Şerefli Kur'an Meali; Prof. Dr. İbrahim Esinler'in teviliyle.


Şerefli Kur'an'ın Türkçe Meali; Prof. Dr. İbrahim Esinler'in teviliyle...

3:154.
Sonra indirdi sizlere o gamın/o kederin ardından bir güven, bir uyuklama; örttü/sardı bir tayfayı/bir grubu sizden; ve bir tayfa/bir grup, muhakkak ki kaygıyla/endişeyle doldu onların nefisleri; zanda/varsayımda bulunurlar Allah'a hak/gerçek haricinde; cahiliye zannı; derler: “Var mı bize işimizden bir şey? De ki: “Doğrusu emrin/işin tamamı Allah'adır”; gizlerler nefislerindekini; açık etmediklerini sana; derler: “Şayet olsaydı bize o işten/emirden bir şey, katledilmiş/öldürülmüş olmazdık burada”; de ki: “Şayet olsaydınız evlerinizde; mutlak ortaya çıkardı onlar üzerine yazılmış olan ölüm/katledilme; yatma yerlerine doğru onların”; ve test etmesi için Allah'ın göğüslerinizdekini; ve berraklaştırıp açığa kavuşturur kalplerinizdekini; ve Allah bilendir göğüsleri özüyle.

Tevil

İnsana Yüce Allah’ın yazdığından başkası gelip çatmaz. Yüce Allah’ın dini için savaştan kaçmak isteyenlere Yüce Allah bu ayetle muhteşem bir ders vermektedir. Nerede olursa olsun bir nefse ölüm yazılmışsa o ölüm mutlaka gerçekleşir. Ölüm zamanı ve ölüm yeri Planck zamanı (5.39×10−44 saniye) hassasiyetiyle Levh-i Mahfuz’da (holografik evren prensibi çerçevesinde evrenimizi bir üst boyuttan saran, iki boyutlu, bilgi içeren zar/membran) kayıtlıdır. Asla değişmez, değiştirilemez. Haklı bir sebebe dayanan savaştan ölüm korkusuyla kaçınmak asla doğru değildir. Ölüm yazılmışsa evde yatağında yatan bir kimse veya kaleler içerisinde saklanan bir kimse de olsa ölüm mutlaka ona ulaşır. Bu nedenle; hak yolda yürümekten, öldürülmekten korkmaya; bu nedenle endişelenmeye, kaygı yaşamaya asla gerek yoktur. Gerekli önlemler alındıktan sonra mücadeleye devam edilmelidir.

 



25:77.

De ki: “Önem verir/mühimser değildir sizleri Rabbim; şayet olmasaydı duanız/çağrınız; öyle ki muhakkak yalanladınız; öyle ki yakında olur bir lüzum/bir gereklilik."


Tevil

İnsanoğlunun duası yani Yüce Allah'a çağrısı olmasa kendisine değer verilecek bir yanı yoktur. İnsanı değerli kılan ona verilen akıldır, bilgeliktir. Bu akıl ve bilgelikle kendisini yaratan tek Yüce Allah'a dua ettiğinde Yüce Allah katında değerlenir. Ayetten anlıyoruz ki insanların çoğu bunu yalanlamıştır. Tek Rablerine dua edeceklerine O'nun astından da ilahlar edinmişler ve Yüce Allah'ın yetkisine bunları da ortak etmişlerdir. Şirke girmişlerdir. Müşrik olmuşlardır. Bu yalanlamanın da elbette yakında zamanda lüzumlu olarak bir karşılığı olacaktır. Bir gereklilik olarak verilecek bu karşılık bir azaptır. Yüce Allah'ın ayette 'لِزَامًۢا' 'lizâmâ' kelimesini kullanması da büyük bir işarettir. Anlaşılır ki Yüce Allah bu karşılığı isteyerek/mutlu olarak vermemektedir. Gerekli olduğu için, lüzum olduğu için bu ceza verilir. Demek ki insanların çoğu Yüce Allah'la yaptıkları antlaşmayı ihlal etmiştir. Bu antlaşma gereği verilecek olan ceza/karşılık da azap olmuştur. Bu antlaşma bilinçlerimiz avatar bedenlerimize transfer edilmeden önce, hiperuzayda yani Yüce Allah'ın arşında yapıldı. Antlaşmanın özü Yüce Allah'ı tek ilah olarak kabul etmek ve O'nun astlarından hiçbir şeyi O'nun hükmüne ortak etmemekti.



33:21.

Ant olsun; oldu sizlere Allah'ın resulünde güzel bir örnek/bir rol model; kimse için; oldu ümit eder/arzular Allah'ı ve ahiret gününü; ve andı Allah'ı çokça.


Tevil

Yüce Allah'ın biricik Kur'an'ına teslim olmak varken resulün yaşadığı dönemde asla yazdırmadığı, vefat etmesinden yaklaşık 230 sene sonra oradan buradan toplanmış olan söylentileri Kur'an'a eş tutan kimseler bu ayetin anlamını kendi çıkarlarına göre saptırırlar. Resulün bir rol model olması gerektiği üzerinden resulün sünneti sanılan söylentilere bir pay çıkarmak isterler. Oysa resul sadece Kur'an demektir. Kur'an da resul demektir. 

Aşağıdaki denklemler asla unutulmamalıdır.  

 

Muhammed peygamber=Sadece Kur’an

Kur’an=Muhammed peygamber

Muhammed peygamber≠Hadisler

Hadisler≠Muhammed peygamber

Sadece Kur’an=Muhammed peygamberi örnek almak 

Kur’an+Hadisler+İmamlar+Tarikat liderleri+vb...≠Muhammed peygamberi örnek almak 

Özetle; Muhammed peygamberi örnek almak sadece Kur'an ile ahlaklanmaktır. Sadece Kur'an'a tabi olmaktır.

 

İbrahim peygamber ve onun yanındaki kimselerin de bizler için güzel bir rol modeli olduğu Yüce Rabbimiz tarafından 60:4 ayetinde bildiriliyor. Söylentilere tabi olanların mantığına göre İbrahim peygamber ve yanındaki kimselerin de sünnetine tabi olmak zorundayız.    

 

Bak;

https://kuranmucizeler.com/oldu-sizlere-allah-in-resulunde-guzel-bir-ornek-sirk-dininin-kaynagi-olan-hadislere-dayanak-yapilmaya-calisilan-bir-ayet

 



60:4.

Muhakkak oldu sizlere güzel bir örnek/bir rol model İbrahim'de; ve onunla birlikte (olan) kimseler (de); dedikleri zaman kavimlerine/toplumlarına: “Doğrusu biz uzaklaşanlarız sizden ve kulluk eder olduğunuzdan; Allah'ın astından; örttük/gizledik/inkar ettik sizleri; ve görünür oldu/açığa çıktı bizim aramızda ve sizin aranızda bir düşmanlık ve nefret; ebediyen/sürekli; ta ki iman edersiniz bir tek Allah'a”; dışında sözü İbrahim'in babası için ‘Mutlak mağfiret dilerim sana; ve güç yetirir değilim sana Allah’tan (gelen) bir şeyden’; “Rabbimiz! Sana tevekkül ettik; ve sana yöneldik; ve sanadır son varış.”


Tevil

 

Bu ayette İbrahim peygamber müminlere bir örnek, bir rol model olarak gösterilmektedir. Tıpkı Muhammed peygamberin 33:21 ayetinde rol model olarak gösterilmesi gibi. Çok ilginç ki İbrahim peygamberden başka onun yanında olan mümin kimseler de örnek gösterilmiştir. Hatta 60:6 ayetinde bu kimselerin müminler için güzel bir örnek oluşu 2. kez vurgulanmaktadır.

İbrahim peygamberin ve yanındaki kimselerin hangi özelliği en üst seviyede vurgulanmıştır?

Ayetten anlarız ki bu kimselerin tek tanrıcı olmaları, tek/sadece Yüce Allah’a kulluk etmeleri örnek alınmalıdır. Ayete çok önemli bir işaret daha göze çarpar. Tek tanrıcılar Yüce Allah’a ortak koşarak iman eden müşriklerden kendilerini ayırmalıdırlar. Müşrikleri kendilerine bir dost veya yakın koruyucu bir veli edinmemelidirler. Müşriklerin gücü ele geçirdiğinde hiç acımadan gerçek müminleri toptan katledeceği asla akılardan çıkarılmamalıdır. Gerçek müminler müşriklere karşı kalplerinde bir hoşnutsuzluk zaten hissederler. Bir düşmana karşı nasıl tedbir alınıyorsa müşriklere karşı da aynı tedbirler alınmalıdır.

Tek tanrıcı kimseler toplumu şirk konusunda aydınlatmalıdır. Müşriklerin düşmanlığını kazanırım diye sadece Kur’an demeye korkmamalıdır. Hiç korkmadan İbrahim peygamberin yolu olan, tek tanrıcılık yolu olan sadece Kur’an’a davet etmelidir. Müşriklerle mücadele Kur’an’la yapılmalıdır.

Bazı kimseler 33:21 ayetinde Muhammed resulün bir rol model olarak gösterilmesini söylentilere/hadislere dayanak olarak ortaya koymak isterler. Oysa hemen anlaşılacağı gibi Muhammed resulü örnek almak sadece Kur’an demektir. Muhammed peygamberin yaşadığı dönemde asla yazdırmadığı, vefatından yaklaşık 230 sene sonra oradan buradan toplanan söylentileri örnek almak Muhammed peygamberi örnek almak asla değildir.

Ayette İbrahim peygamberin müminler için örnek olmaması gereken bir davranışını Rabbimiz bizlere bildirmiştir. O da İbrahim peygamberin babası için mağfiret yani bağışlanma dilemesidir. Anlarız ki İbrahim peygamberin babası müşriktir. Müşrik olan bir kimse için; bu kimse babamız anamız, çocuklarımız da olsa onlar için mağfiret dilemek örnek bir davranış değildir. Müşrikler zalimdir. Yüce Allah'ın asla affetmeyeceğim buyurduğu bir günahı işlemişlerdir.   

 

Bak;

https://kuranmucizeler.com/oldu-sizlere-allah-in-resulunde-guzel-bir-ornek-sirk-dininin-kaynagi-olan-hadislere-dayanak-yapilmaya-calisilan-bir-ayet

 



60:6.

Ant olsun; oldu sizlere onlarda güzel bir örnek/bir rol model; kimse için; oldu ümit eder/arzular Allah’ı ve ahiret gününü; ve kim yüz çevirir; öyle ki doğrusu Allah’tır; O'dur gani/zengin; en yüce övgüye/en yüce methedilmeye değer.


Tevil
Ayette geçen 'onlarda' kelimesi 60:4 ayetinde işaret edilen İbrahim peygamberle birlikte olan tek tanrıcı kimselerdir. Bak; 33:21


45:20.

Bu (Kur'an); aklî algılamalardır insanlar için; ve bir doğru yola kılavuz; ve bir rahmet; bir kavim/toplum için; kesinleşirler/emin olurlar.


Tevil

(بَصَٰٓئِرُ) besairu kelimesi (بصر) bir şeyin iç yüzünü anlama (insight), iyice anlama-içine işleme (penetration), muhakeme yeteneği-ayırma yetisi (discernment), anlama-kavrama (understanding), aklî algılama (mental perception), aklî görüş (mental vision) anlamındadır. Hans Wehr 4th ed., page 75 (of 1303)

‘besairu’ kelimesi isim olarak gelmiş ve çoğuldur. Bu kelimenin anlamı düşünüldüğünde Kur'an’ın aklî algılamalar olduğu, aklî görüşler olduğu anlaşılır. Bu da bize Kur'an’ı akıl ile okumamız gerektiğinin en büyük delillerinden bir tanesini sunar. Kur'an akılla ve iyice anlaya anlaya okunmalıdır.

Bak;

 

https://kuranmucizeler.com/bu-kuran-akli-algilamalardir-insanlar-icin-ve-dogru-yola-bir-kilavuz-ve-bir-rahmet-emin-olan-bir-kavim-için

 

 

 

 

 

 



7:26.

Ey âdemoğulları! Muhakkak indirdik sizlere bir elbise; örter ayıp olan cinsel organ bölgelerinizi; ve bir süs; ve takva elbisesi; işte bu; hayırlıdır; işte bu; ayetlerindendir Allah'ın; belki onlar düşünüp öğüt alırlar.


Tevil

Takva kelimesi sakınmak demektir. Yüce Allah’ın razı olmayacağı eylemlerden sakınmaktır. Yüce Allah’ın emirlerine uymak demektir.

Soru şudur; bu takva elbisesi nerededir ve nasıl giyilir?

 

Yüce Allah bu takva elbisesini indirdiğini bildirmiştir. Bu da bize açıkça gösterir ki bu takva elbisesi Kur’an’ın ta kendisidir. Kur’an’ın emir ve yasaklarına uyan bir kimse takva elbisesini giymiş olur.

 

Kur’an üzerinde düşünen kimselerin öğüt alma şansının olduğu ayette bildirilmiştir. Bir kitaptan öğüt alabilmek için onu anlamak için okumak gerektiği evrensel bir gerçektir. Demek ki Kur’an’ı anlayarak okuyacağız ve üzerinde düşüneceğiz. Bu düşünme bize bir öğüt, bir hatırlatma olacaktır. Takva elbisesini giymemize neden olacaktır.

 

Takva elbisesi her şeyden daha hayırlıdır. Daha faydalıdır. Çünkü Yüce Allah’ın rızasını almaktan daha büyük ve daha değerli hiçbir şey olamaz.



7:27.

Ey âdemoğulları! Baştan çıkarmasın sizi şeytan; çıkardığı gibi ebeveynlerinizi cennetten; soyarak ikisinden elbiselerini; göstermek için ikisine ayıp olan cinsel organ bölgelerini; doğrusu o (şeytan) görür sizleri; o ve kabilesi onun; yerden (ki) görmezsiniz onları; doğrusu biz; yaptık şeytanları evliya/veliler; kimseler için; iman etmezler.

 


Tevil
 


7:28.

Ve öyle ki yaptıkları zaman çirkin/kötü bir aşırılık; dediler: “Bulduk babalarımızı/atalarımızı üzerinde onun; ve Allah emretti bize onu”; de ki: “Doğrusu Allah emretmez çirkin/kötü aşırılığı; Allah'a karşı bilmediklerinizi mi söylersiniz?”

 


Tevil
 


7:29.

De ki: “Emretti Rabbim eşitliği; ve kaldırıp doğrultun yüzlerinizi her bir mescitte/teslim olma yerinde; ve çağırın O’nu (Allah’ı); halis/saf/katıksız kılanlar olarak O'na dini; başladığı gibi sizleri (yaratmaya); dönersiniz.


Tevil
 


7:30.

Bir fırka/grup; kılavuzladı doğru yola (Allah); ve bir fırka/grup; hak oldu onlar üzerine delalet/sapkınlık; doğrusu onlar tuttular/edindiler şeytanları evliya/veliler; astından Allah'ın; ve hesap ederler/sanırlar ki onlar doğru yola kılavuzlular.


Tevil
 


18:1.

 

Hamd/en yüce övgü/en yüce methetme Allah'adır; ki indirdi kuluna kitabı; ve asla yapmadı ona (kitaba) bir eğrilik/bir yamukluk.

 


Tevil

 

“Hamd” övgü, methetme demektir. Bir şeyi övmek için öncelikle övülen şeyin gerçekten o övgüye veya övgülere layık olup olmadığı tam olarak anlaşılmalıdır. Bu nedenle övgüyü yapacak kimse övgüde bulunacağı konuda kendisini geliştirmelidir ki gerçek anlamda övgü yapabilsin. Rabb’imiz ki evreni/evrenleri yarattı ve muhteşem bir düzen kurdu. Onu övebilmemiz için onun eserlerini iyi anlamamız gereklidir. Evren denilen kitabı ve Kur’an’ı iyi okumak durumundayız. Evreni ve Kur’an’ı anlamaya başladığımızda Rabb’imize olan saygımız, haşyetimiz kat ve kat artacaktır. Sözle 'El Hamdullah' demek Yüce Allah'ı hamd etmek asla değildir. O'nun eserlerini anlamak, O'nun yüceliğine tanık olmak O'nu hamd etmektir. Şu da bilinmelidir; kendisi dışında hiçbir şey onun yüceliğini tam olarak anlayamaz, idrak edemez, kavrayamaz. Ancak kendisi kendi yüceliğini tam olarak kuşatabilir. Bize düşen görev gücümüzün yettiği ölçüde evren kitabını ve Kur’an’ı anlayarak okumaktır.    

Yüce Allah Kur’an’da bir yamukluk veya bir eğrilik asla yapmadığını bildirmektedir. Gerçekten de Kur’an bizlere ilahi olduğunu sayısız delille göstermektedir. Binlerce ayet içeren, 23 yılda parça parça inmiş bu kitapta tek bir çelişki yoktur. Mutlak ki bir beşer sözü olsaydı sayısız çelişki içerecekti. Bilgisayar çağında yaşıyoruz. Kur’an’ı milyonlarca insan bilgisayar yazılımlarıyla sürekli test ediyor. Ben de yıllardır kendi yazdığım bilgisayar programlarıyla Kur’an’ı didik didik inceliyorum. Tek bir çelişkiye rastlamadım. Çelişkiyi bırakın, gördüğüm sayısız mucize nedeniyle âlemlerin Rabb’ine teslim oldum. Bu Kur’an’ın yüce Allah katından geldiğine kalbim tam olarak ikna oldu. Yüce Allah’a sonsuz şükürler ederim.

 



18:2.

Dosdoğru ayakta; uyarması için şiddetli bir perişanlığı/bir üzüntüyü/bir kaygıyı; katından/indinden; ve müjdeler müminleri; düzeltici-iyileştirici-barışa yönelik işler yapan kimseleri; ki onlaradır güzel bir ecir/bir karşılık.


Tevil

 

Kur’an âlemler için bir zikir yani bir hatırlatmadır. Kur’an “kayyimen” olmuştur. Yani dimdik, dosdoğru ayaktadır. Kur’an insanları uyarmaktadır. Perişanlık, üzüntü ve kaygı verecek olan bir günün geleceği konusunda âlemleri uyarmaktadır. Evrenimiz yaratılmadan önce hiperuzay ('hyper-dimensional bulk') denilen bir yerde yüce Allah’ımızla bilinçlerimiz arasında bir antlaşma yapıldı. Hiperuzay Kur’an’da arş olarak geçer. Evreni de içine alan bir kavramdır. Antlaşmanın özü şuydu; şeytanın adımlarını takip etmemek, yüce Allah’ın ilahlığına teslim olmak, onun astından asla ilahlar edinmemek, erdemli olmak, güzel ve barışa yönelik faaliyetlerde bulunmak ve yargılama gününün geleceği konusunda bilgili olmak. İşte Kur’an bu antlaşmayı hatırlatır bizlere. Bu antlaşmayı bozanlara yüce Allah katında bir azap vardır. Antlaşmaya sadık kalanlarsa bu sınavda başarılı olurlar. Bu sınavda başarılı olan müminlere yani delillerle iman etmiş ve şirke girmemiş olan kimselere güzel bir karşılık verileceği müjde olarak bildirilmektedir.

 



18:3.

Kalıcılar onun içinde (cennetin) ebedî olarak.


Tevil

Müminlerin ve s-salihatı (güzel-barışa yönelik faaliyetler) yapanların son varış yerleri cennetlerdir. Cennet evrenleri yeni yaratılışla (yeni büyük patlamayla) oluşacaktır. Bu evrenlerin her biri farklı bir paralel evrendir. Bunların isimlerinin Adn (9:72, 13:23, 16:31, 18:31, 19:61, 20:76, 35:33, 38:50, 40:8, 61:12, 98:8), Me’vâ (32:19), Firdevs (18:107) ve Naim cennetleri (5:65, 10:9, 22:56, 26:85, 31:8, 37:43, 56:12, 68:34) olduğunu yüce Rabb’imiz bizlere bildirmiştir. Sabıklar ve sağın yoldaşları hesap görülen ahiret evreninden cennet evrenlerine geçmek için cennetlerin kapısına sevk edilecektir. Bu kapılar paralel evrenlere geçiş portallarıdır. Yüce Allah’ın cennetlerine girmeye hak kazanan kimseler kendileri için hazırlan cennet evreninden bir tanesine girecektir. Cennetlere girenlere cennetlerin görevlileri “Selam sizlere! İyi yapıldınız; girin oraya (cennete)” diyecektir.

Ne muhteşem bir varış yeri. Ahiret evrenlerindeki paralel evrenlerden birisi olacak olan cennet evrenine ölümsüz olarak gireceklerdir. Ne güzel bir varış yeri! 



18:4.

Ve uyarır kimseleri; dediler: “Edindi Allah bir çocuk”


Tevil

Hiç şüphe yoktur ki yüce Allah’ın bir çocuk edindiğini ‘ttehazellâhu veledâ (veleden)’ iddia edenler Yahudiler ve Hristiyanlardır. Yahudiler Üzeyr peygamberin yüce Allah’ın oğlu olduğunu; Hristiyanlarsa Mesih’in (İsa’nın) yüce Allah’ın oğlu olduğunu söylemişlerdir.

Bak; 9:30



18:5.

Yoktur onlara onun hakkında hiçbir bilgi; ve olmaz ataları için; büyüklenmiş bir kelime çıkar ağızlarından; ki söylerler onlar ancak bir yalan.


Tevil

Anlarız ki ‘’Allah bir çocuk edindi” sözü çok büyük bir günahtır. Yüce Allah o kadar yücedir ki onun bir çocuk edinmesi asla ama asla söz konusu olamaz. Bu sözü söyleyen Yahudiler ve Hristiyanlar hakkında hiçbir bilgileri olmayan bir konu üzerinden ahkâm kesmektedirler. Yahudiler ve Hristiyanların ataları da aynı durumdadır. Yüce Allah “Allah bir çocuk edindi.” diyenlerin yalan konuştuklarını yani doğru olmayan bir söz söylediklerini bildirmektedir.



18:6.

Öyle ki, belki sen çaresizlikten öldürensin kendi nefsini; peşlerinde onların, ki asla iman etmezler bu söze; bir keder.


Tevil

Anlaşılmaktadır ki Muhammed peygamber insanlar inansınlar diye kendini harap etmektedir. Sürekli peşlerindedir. Ancak pek umut yoktur. Peygamber çaresizlik, perişanlık içinde kıvranmaktadır. Yüce Allah Muhammed peygamber ne yaparsa yapsın o kimselerin inanmayacaklarını bildirmektedir. Ancak ortada büyük bir keder ve bir üzüntü vardır. Bu keder ve üzüntü ayetin sonunda işaret edilmiştir. Muhammed peygamberin kederi de işaret edilmiş olabilir ya da iman etmeyen kimselerin dünya hayatında ve ahiret hayatında karşılaşacakları keder de işaret edilmiş olabilir.



18:7.

Doğrusu biz yaptık yer/yeryüzü üzerindekini bir süs ona (yere); test etmemiz için onları; hangisi onların güzel amelli/faaliyetli/işli.


Tevil

Yüce Allah Dünya gezegeninin yaratılma nedeninin insanları test etmek için olduğunu bildiriyor. Evrenin/evrenlerin ve içindekilerin yaratılış gayesi kendilerine sorumluk verilen bazı varlıkların test edilmesidir. Test edilen bu varlıkların bir tanesi de insandır.

 

Dünya gezegeninin Güneş sistemimizdeki diğer gezegenlerden farkı aşikârdır. Yüce Allah bu gezegeni sadece yaratmakla kalmamış üzerini de canlıların yaşaması için süslemiştir. Venüs, Mars gibi kara gezegenlerine baktığımızda yüce Allah’ın Dünya gezegenini bizlere yuva yapmasıyla bizlere büyük bir lütufta bulunmuş olduğu görülür.

 



18:8.

Ve doğrusu biz mutlak yapıcılarız onun (yerin) üzerindekini kupkuru/verimsiz bir kara/yükselti.


Tevil

Yüce Allah mutlak ki zamanı geldiğinde Dünya gezegeninin üzerindeki bu muhteşem süsleri yok edecektir. Zamanı geldiğinde Dünya gezegeninin kendisi de yok olacaktır, evrenin kendisi de mutlak ki yok olacaktır.

 



18:9.

Yoksa sandın (sen); ki yoldaşları kehf (mağara) ve rakim (yazıt/rakamlayıcı); oldular ayetlerimizden bir acayip/bir şaşılan!


Tevil
Ayette geçen “ashab” ‘أَصْحَٰ’ kelimesinin anlamını en iyi veren kelime yoldaştır. Belirli bir amaç için birlikte hareket eden, bir zaman ve mekânda birlikte bulunan arkadaş topluluğu anlamındadır. Ayette 2 farklı yoldaş grubu işaret ediliyor.

(ٱلْكَهْفِ) ‘l-kehf’ kelimesi kökü (كهف) olup mağara (cave), büyük mağara (cavern), çökkünlük (depression), oyuk (hollow), boşluk (cavity) anlamındadır. Hans Wehr 4th ed., page 989 (of 1303)

(ٱلرَّقِيمِ) ‘r-rakim’ kelimesi kökü (رقم) olup yazmak (write), işaretlemek (mark), numaralandırmak-rakamlamak (number), damgalamak (örneğin bir atı) (brand), baskı yapmak (imprint) anlamındadır. Hans Wehr 4th ed., page 411 (of 1303)

Anlaşılır ki ayette işaret edilen 2 yoldaş grubunun bir tanesi mağara yoldaşları, diğeriyse yazıcı (rakamlayıcı) yoldaşlarıdır. Bu iki grubunun başından geçen olayların şaşkınlık veren acayip bir durum olduğunu yüce Allah bizlere bildiriyor. Bu iki grup çok sıra dışı, mucizevi bir olay yaşamış olmalılardır. Bu çok ilginç, şaşılacak mucizevi olayı birlikte yaşamış olmaları gereklidir.

Kehf suresi 9-26. ayetlerinde yüce Allah 7 gencin başından geçen mucizevi bir zaman yolculuk olayını bizlere bildirmektedir. Bu zaman yolculuğunu gençlere yaptıranlarsa rakim/yazıt yoldaşları olup hiperuzayda bulunan Cibril benzeri şerefli varlıklardır.  Bu şerefli varlıklar yüce Allah'ın izniyle Levh-i Mahfuz'u kodlama yetkisi olan varlıklardır. 



18:10.

Sığındığı zaman gençler mağaraya; öyle ki, dediler: “Rabb’imiz! Ver bize katından/indinden bir rahmet; ve hazırla bize emrimizden/işimizden bir doğru yol/bir olgunluk.


Tevil

Anlarız ki genç insanlardan oluşan bir grup insan bir şeyden veya şeylerden korunmak için bir mağaraya sığınmıştır. MS 125 yılında Afşin/Kahramanmaraş'ta bulunan mağaraya girmişlerdir. MS 125 yıllarında Roma İmparatorluğu henüz bölünmemişti ve dev imparatorluğun başında İmparator Hadrianus vardı. Hadrianus MS 117-138 yılları arasında ülkeyi yönetmiştir. MS 125 yılları Yahudiye gölgesinin Roma İmparatorluğu tarafından şiddetli bir baskı altında olduğu dönemlerden birisidir. Roma’nın baskısı Yahudilere olduğu kadar mutlak ki Hristiyanlara da olmuş olmalıdır.

Gençlerin gerçekten çok zor durumda oldukları ortadadır. Bu gençler bir mağaraya sığındıklarında yüce Allah’a dua ederek ondan rahmet dileyip yardım istemektedirler. Çok zorlu bir durumdan kendilerini kurtaracak olan doğru bir yol, doğru bir anlayış istemektedirler.



18:11.

Öyle ki, vurduk kulaklarına mağarada; bir dizi sayılı seneler.


Tevil

 

Bu ayette yüce Allah bizlere gerçekten çok büyük bir işaret vermiştir. Mağara içinde belirli sayıda, belirli bir sene süresince bu gençlerin kulaklarına vurulduğu anlaşılmaktadır. Kulağa vurulmanın özellikle vurgulanması da boşuna değildir. Gençlerin mağarada kaldıkları bir dizi sene boyunca kulaklarının işlevselliğini yitirdiği işaret edilmektedir. Yüce Allah bu ayetle bizlere gençlerin zaman yolculuğunu yerçekimi marifetiyle yaptığının işaretini verir. Yüksek yerçekimine maruz kalma durumunda iç kulak içinden geçen 7. ve 8. kafa sinirleri iç akustik kanal olarak adlandırılan bir kanalda sıkışır. Bu da gençlerin korkunç bir duruma gelmesini ve bilinçsiz oldukları halde uyanık gibi gözlerinin açık olma durumunu açıklar.

 

Yüce Allah sayılı senelerin kaç sene olduğunu 18:25 ayetinde bildirmiştir. 300 güneş yılı (309 ay yılı).

 

 

 



18:12.

Sonra uyandırdık/gönderdik onları; bilmemiz için iki gruptan/partiden hangisi hesaplayıcı onların kaldıkları zaman için.


Tevil

Yüce Allah ayette bu gençleri uyandırdığını bildirmektedir. Mağara yoldaşları olan bu gençler baygın durumdan çıkıp kendilerine gelince belli bir zaman sonra dışarı çıkmış olmalılar. Bu gençler mağaradan çıkınca insanlarla karşılaşmışlardır. Bu insanlardan iki grup bu gençlerin mağarada kaç sene kaldığını hesaplayacak olan insanlardır. Bu iki grup gençlerin mağarada kaç sene kaldıklarını hesaplamada ayrılığa düşen iki insan grubu olmalıdır.



18:13.

Biz; kıssalaştırdık/anlattık sana haberini onların gerçekle/hakla; doğrusu onlar Rablerine inanmış gençlerdi; ve ziyade ettik/artırdık onlara hidayeti.


Tevil

Anlarız ki Kur’an’ın indiği dönemde de (MS 610-633) mağara yoldaşlarıyla ilgili çok sayıda yalan yanlış bilgi vardır. Gerçekten de Hristiyan kaynaklarına bakıldığında farklı bilgilerin varlığı görülür. Kıssa ilk olarak 5-6. yüzyılda Suruç (Urfa ilinin ilçesi) Piskoposu Mor Yakup ‘Jacob of Serugh’ (MS 451-521) tarafından anlatılmıştır. İlk anlatım Süryanicedir.  İlk anlatım doğuya ve batıya yayılarak dilden dile dolaşmış, farklı dillere çevrilmiş ve farklılaşma yaşamıştır. Tourslu Gregor (MS 538-594) “Passio Septem Dormientum” isimli eserinde Süryanice olan metni Latinceye çevirmiştir. 

 

Kur’an’ın vereceği bilgiler tartışmasız şekilde haktır, gerçektir. Yüce Allah Kur’an’la son noktayı koyacağını, hak (gerçek) neyse ortaya çıkaracağını bildirmiştir. Mağara ve yazıt/rakam yoldaşlarıyla ilgili hak bilgiyi Rabb’imiz bizlere kıssalaştırarak verecektir.

 

Bu gençlerin yüce Allah katında kıymetli bir yere sahip oldukları bizzat yüce Allah’ın kendisi tarafından bildirilmiştir. Yüce Allah bu gençlere hidayeti artırdığını yani doğruyla yanlışı ayırabilme yetisi verdiğini bizlere bildirmektedir.

 

 



18:14.

Ve bağladık kalplerinin üzerini; kalktıkları/dikeldikleri zaman; ve öyle ki dediler: “Rabb’imiz; Rabb’idir göklerin ve yerin; asla çağırmayız O'nun astından bir ilah; muhakkak ki söylemiş oluruz o zaman sınırı aşan (söz).


Tevil
Bu ayetlerle yüce Allah gençlerin mağaraya girmeden önce başlarından geçen olayları özetlemektedir. 18:13 ayetinde işaret edildiği gibi bu gençlerin hidayet sahibi oldukları ortadadır. Kalpleri birbirine bağlanmıştır. Gönülleri birdir, hedefleri birdir, kararları birdir. Ayette geçen ‘iz kâmû’ “kalktıkları/dikeldikleri vakit” geçişini gençlerin uyandıktan sonra ayağa kalkmaları olarak anlamak yanlıştır. Gençlerin dikelmeleri müşrik ve kâfir olan sisteme karşı başkaldırmadır. Yönetime karşı ayağa kalkmaları, dikelmeleri, diklenmeleridir. Zaten sonrası gençler neden bu diklenmeyi yaptıklarını açıklamaktadırlar. Göklerin ve yerin Rabb’i varken onun astından bir ilah asla edinmeyeceklerini bildirmektedirler. Gençlerin şirke karşı bilinçli oldukları hemen anlaşılır. Doğruyu yanlıştan ayırma yetisi verilen bu gençler sistemin kendilerine dayattığı şirk dinini asla kabul etmeyeceklerini deklare etmişlerdir. 


18:15.

Şunlar kavmimiz; edindiler O'nun astında ilahlar; apaçık bir delille/yetkiyle onlara gelmeleri gerekmez mi? Öyle ki, kim daha zalimdir Allah'a karşı bir yalan iftira atan kimseden.


Tevil

Bu ayette gençler kendi kavimleri haricinde başka bir gruba kavimlerinin durumunu anlatmaktadırlar. Kavimlerini şikâyet etmektedirler. Apaçık bir delil (yetki) olmadan Allah’a karşı bir yalan iftira eden kimsenin zalim bir kimse olduğunu bildirmektedirler. Gençler şeytanın aldatması hakkında bizleri bilgilendirmektedir.

Şirk konusu çok ama çok önemlidir. Yüce Allah'ın affetmem dediği bu günahın ne olduğunu iyi anlamak gereklidir.

Bak; 

https://kuranmucizeler.com/sirk-nedir

 



18:16.

Ve uzaklaştığınız zaman onlardan; ve Allah’ın haricinde ibadet ettiklerinden; öyleyse sığının mağaraya; yaysın sizlere Rabb’iniz rahmetinden; ve hazırlasın sizlere emrinizden/işinizden bir kolaylık/rahatlık/hoşluk.


Tevil

18:15 ayetinde gençleri dinleyen bir grubun gençleri bir mağaraya yönlendirdiği anlaşılmaktadır. Bu grup şirke dâhil olmayan, şirkten uzaklaşan gençlere yüce Allah’ın rahmetinden bağışlayacağını ve bu gençlere işlerinde kolaylık vereceğini bildirmektedir. Anlarız ki gençlere öğüt veren bu grup üyeleri de tek tanrıcı, yüce Allah’a teslim olmuş kimselerdir. Bu grup kimselerin gençlerin mağaraya girmesi sonrası başlarına bazı olayların geleceğini bilmeleri dikkat çekicidir. Hatta ayetten bu kimselerin gençleri yüce Allah’ın kendilerine hazırladığı rahmete yani kurtuluşa ulaşmaları için bir mağaraya yönlendirdikleri de anlaşılır.

Gençleri mağaraya yönlendiren bu grup rakim/yazıt yoldaşlarıdır. Cibril benzeri şerefli elçiler olan bu kimseler gençlere yardım etmektedirler. 

Gençleri mağaraya yönlendiren bu grup rakim/yazıt yoldaşlarıdır. Cibril benzeri şerefli elçiler olan bu kimseler gençlere yardım etmektedirler. 

 



18:17.

Ve görürsün Güneş’i; doğduğu/yükseldiği zaman eğilir mağaralarından onların sağa doğru; ve battığı (Güneş) zaman makaslar/çaprazlar onları sola doğru; ve onlar içindedirler bir gedik/bir oyuk onun (mağaranın); işte bu; ayetlerindendir Allah'ın; kimi kılavuzlar doğru yola Allah; öyle ki, o doğru yolu bulandır; ve kimi saptırır, öyle ki, asla bulamazsın ona bir veli (yakın koruyucu); bir doğru yol/bir olgunluk.


Tevil

Yüce Allah bu ayette mağaranın pozisyonuyla ilgili muhteşem güzellikte bilgiler veriyor. Tek yapmamız gereken ayetleri doğru çevirip olduğu gibi yüce Allah’ın işaretlerini izlemektir. Bu ayette doğu ve batı yönleriyle birlikte sağ ve sol yönleri de işaret ediliyor. Doğu ve batı yönlerinde zaten bir sorun yok. Güneş’in doğduğu yer doğu, battığı yer batı olur. Ancak sağ ve sol yönleri için durum daha karmaşıktır. Bu nedenle ayette Rabb’imiz sağ ve sol yön işaretiyle hangi yönleri işaret etmiş öncelikle bunu bulmamız gereklidir.

'Ve görürsün Güneş’i” işareti önemlidir. Arapça gramer olarak ‘تَرَىٱلشَّمْسَ’, “tere ş-şemse” geçişindeki ‘تَرَى’ “tere” fiili ikinci şahıs tekil olarak gelmiştir. Sesleniş direkt olarak Muhammed peygamberedir. Muhammed peygambere olan seslenişi biz kendi üzerimize de alabiliriz. Bu nedenle ayetleri mağara ve rakim yoldaşları dışında bir kimsenin gözünden okumak durumdayız. Analiz mağara içindeki gençlerin gözünden yapılmamalıdır. Bu nokta çok önemlidir. Bu nedenle mağara içinde değil, mağarayı dışardan gören bir kimse olarak analiz yapmak durumundayız.

 

Güneş’in doğuşunu izleyen ve Güneş’i sağına doğru eğildiğini gören bir kimse mutlak ki kuzey yarım kürededir. Sağ taraf da her zaman güney olur. Sol tarafsa her zaman kuzey olur. demek ki ayette geçen sağ güneyi, sol da kuzeyi işaret eder.

Ayetin devamında “ve battığı (Güneş) vakit makaslar/çaprazlar onları, sola doğru” buyrulmuştur. “Makaslar (çaprazlar) onları”, ‘تَّقْرِضُهُمْ’, ‘takrıduhum’ fiilindeki “onları” zamiri mağara içindeki gençleri işaret eder. Güneş’in batışı esnasında farklı bir durum oluştuğunu yüce Rabb’imiz bizlere bildiriyor. Güneş batarken Güneş ışınları mağara girişini içerideki gençlere göre çaprazlayacak şekilde aydınlatmaktadır. Bu makaslama sola doğru olmaktadır yani kuzeye doğru. Anlarız ki Güneş ışığı Güneş batarken mağara girişinin kuzey duvarının içine düşmektedir. Makaslama (çaprazlama) kelimesinden anlarız ki Güneş batımından bir süre önce mağara girişinin kuzey iç duvarı yönüne Güneş ışığı düşmeye başlamaktadır. Güneş’in batmak için eğilmesiyle birlikte bu aydınlanma mağara girişinin kuzey iç duvarında mağara içine doğru ve daha yükseğe doğru hareket etmektedir. Bu ışık hareketi mağara içindeki gençleri kuzey-sol duvardan çaprazlamaktadır.

 

Açık olarak anlarız ki mağara içinde, mağaranın daha derinlerinde bir yarık, bir boşluk, bir gedik vardır. Gençler mağaraya sadece girmekle kalmamış onun en gizli, en derin, en görünmez yerine saklanmışlardır. Gençleri makaslayan/çaprazlayan akşam güneşi onları soldan yani kuzeyden çaprazladığına göre mutlak ki bu gençler mağaranın güney yönüne doğru yerleşim gösteren bir oyuğa, bir gediğe, bir boşluğa, bir aralığa saklanmış olmalılardır.

Bu şartlara uygun bir mağaranın girişi mutlak ki kuzey-batıya bakmalıdır.

Yüce Allah’ın izniyle Kur’an’ın çok büyük bir mucizesine tanık olacaksınız.

 

Gerçek Ashab-ı Kehf (Yedi Uyurlar) Mağarası nerede?

 

Yüce Allah'ın gerçek Ashab-ı Kehf mağarasının GPS koordinatlarını 17. ayette vermesi 2023 yılı itibariyle tecelli etmiştir. Ayet 34 kelimeden oluşur. İşaret ettiği konuya göre 3 parçadan oluşur. 

1. parça; 9 kelime ve 36 harften oluşur. Mağaranın dünya üzerindeki konumunu işaret eder. Mağara kuzey yarımkürededir.

2. parça; 10 kelime ve 38 harften oluşur. Gençlerin mağara içindeki konumunu işaret eder. Gençler mağaranın güneyindedir.

3. parça; 15 kelime ve 51 harften oluşur. Doğru yola kılavuzlu olanların gerçek mağarayı bulacağını işaret eder.

Aşağıdaki resimde 1. kısmın 36. derece doğu boylamını işaret etmesi görülmektedir.

Gerçek ashab-ı kehf mağarasının GPS değerleri. Afşin mağarası.    

Aşağıdaki resimde 2. kısmın 38 derece kuzey enlemini işaret etmesi gösterilmiştir. 

 

Afşin mağarası. GPS değerleri. 38. kuzey enlemi.

 

 

Aşağıdaki resimde 3. kısmın doğru mağaraya kılavuzlaması gösterilmiştir.

 

 

Aşağıdaki resimde 17. ayetin işaretiyle ortaya çıkan Google Earth görüntüsü vardır. Afşin bölgesinin bu alanda kaldığı görülür.

Afşin mağarası. 36 derece, 51 dakika doğu boylamı. 38 derece kuzey enlemi. Google Earth görünüm.

 

 

 

 

Mağaranın metresine kadar GPS değerini verecek olan şeyse ayetin künyesi olan 17. sayısıdır. 17 sayısı da gerçek ashab-ı kehf mağarasını metresine kadar gösterir.

Gerçek Ashab'ı Kehf mağarası. Afşin. GPS değeri.

 

 

Mağara neden 17 metre daha batıda?

Bunun nedeni Anadolu plakasının depremlerle batıya doğru kaymasındandır. Doğu Anadolu fay hattı boyunca Anadolu levhasının batıya doğru kayması yılda yaklaşık 18 mm’dir. Yani her yıl Anadolu levhası batıya doğru 1,8 cm kaymaktadır. Basit bir hesapla anlarız ki 34,6 metrelik batıya bir kayma yaklaşık olarak 1922 yılda gerçekleşebilir. Bu da Rabb’imizin bir işareti olarak karşımıza çıkar. Google Earth resmi 2022 yılında alındığına göre 2022 yılından 1922 yıl geriye gittiğimizde MS 100 yılını elde ederiz. Demek ki MS 100-150 yıllarında gençler mağaraya girmiş olmalıdır.

2023 yılı itibariyle büyük bir Kur'an mucizesi ortaya çıkmıştır. Elbette bu büyük mucize Yüce Allah'ın izniyle meydana gelmiştir.

 

Ne mutlu Kur’an’a tanık olanlara!

Ne mutlu mağara yoldaşları gibi tek tanrıcı olanlara! Hanif olanlara!

Ne mutlu atalar dinini terk edenlere!

Ne mutlu sadece Kur’an diyenlere!


 

 

 

 



18:18.

 

Ve sanırsın uyanıklar; ve (oysa) onlar uykudadır; ve çeviririz onları sağlarına doğru ve sollarına doğru; ve köpekleri; uzatmıştır iki ön ayağını kapı/giriş eşiğinde; eğer karşılaşıp baksaydın onlara; mutlak sırt çevirirdin onlardan; bir firar (la)/bir kaçış (la); ve mutlak içine dolardı onlardan bir korku/bir dehşet.

 


Tevil

Zaman yolculuğu için gerekli olan kara delik gücündeki yüksek yer çekiminin en azında çok küçük bir kısmına maruz kalan gençlerin 7. ve 8. kafa sinirlerinin kulak içindeki internal (iç) akustik kanalda sıkıştığı anlaşılır. 7. ve 8. kafa sinirleri sıkışmaya bağlı etkisiz hale gelmiştir; devreden çıkmıştır.

 

7 ve 8. kafa sinirlerinin etkisiz hale gelmesi bir insanda ne gibi problemlere olur?

8. sinir etkisiz hale gelirse kişi dış dünyadan hiçbir sesi duyamaz, dengesiyle ilgili veri alamadığı için sağa ve sola döndürülse de bunu fark edemez. Konumunu algılayamaz.

 

Peki, 7. sinir etkisiz hale gelirse ne olur?

Her iki 7. sinir etkisiz kaldığında kişi göz kapaklarını kapatamaz. Bu kimse bilinci yerinde olmasa bile, uyuyor olsa bile göz kapaklarını kapatamadığı için uyanıkmış gibi görünür. Yüz kaslarının çalışması mümkün olmadığından ağız kenarları aşağıya doğru kayar. Yüzde ifade kaybı gelişir.

Gençlerin uyuyor oldukları hâlde sanki uyanık gibi görünmeleri 7. sinirin etkisiz hale geldiğine büyük işarettir.

Her iki 7. siniri etkisiz hâle gelmiş bir insanın dış görünümü nasıl olur?

Aşağıdaki resimler gerçek insan resimleridir. Her iki 7. sinir felçlerinde aşağıdaki görüntü gelişir. Yüce Allah 7. sinir felci geçiren insanlara acil şifalar versin.

 

Peygamberimiz gibi hayatında belki de çift taraflı 7. sinir felci geçiren bir kimseyi hiç görmemiş bir insanın bu şekilde görünen bir kişiyi karşısında gördüğünde içinin korkuyla dolması ve arkasını dönüp firar edecek olması gayet normaldir. Sadece peygamberimiz için değil, normal bir insanın içinin korkuyla dolması kaçınılmazdır.

Çift taraflı fasyal paralizi görülme oranı 5 milyonda 1’dir. Çok çok nadir olarak görülür.

Gençler neden sağa-sola çevrildi?

Ayette “ve çeviririz onları sağlarına doğru ve sollarına doğru” buyrulmuştur. Ayetten yüce Allah’ın bu gençleri sağ tarafına ve sol tarafına doğru çevirdiği bildirilmektedir. Gençler tüm yönlerden eşit bir yer çekimi kuvvetine maruz kalmıştır. Böylece sanki uzayda serbest hareket eden astronotlar gibi anne karnında amniyon sıvısı içinde özgürce hareket eden bir cenin gibi hareket etmişlerdir. Gençleri etkileyen yer çekimi tüm yönlerden eşit olmasaydı bu gençler yer çekiminin güçlü olduğu tarafa doğru tabiri caizse yapışacaklardı. Asimetrik bir yer çekimi de bedenlerine zarar verecekti.

 

Bir köpeğin yatış pozisyonu üzerinden verilen işaret:

Ayette ”ve köpekleri; uzatmıştır iki ön ayağını, kapı/giriş eşiğinde” buyrulmuştur. Anlarız ki köpek arka ayaklarını uzatmamıştır. Arka ayaklarını da uzatmış olsaydı bu kez karnı üzerine yatmış olacaktı. Bu yatış serinlemeye çalışan bir köpeğin yatış pozisyonudur. Oysa yüce Allah köpeğin sadece ön ayaklarını uzattığını bildirmektedir. Demek ki köpeğin arka iki ayağı topludur. Ön ayaklar uzatılmış, arka ayaklar toplu hâldeki duruşa aslan “sfenks” yatışı denir.

Ashab-ı Kehf gençlerinin köpekleri kıtmir mi? Nasıl yattı?

 

 


 

 

 



18:19.

Ve işte böyledir; uyandırdık onları sormaları için aralarında; dedi bir konuşan onlardan: “Ne kadar kaldınız?” Dediler: “Kaldık bir gün ya da günün bir parçası”; Dediler: “Rabb’iniz bilir kaldığınızı; öyleyse gönderin sizlerin birini varağınızla şu şehre; öyle ki baksın hangisi saf/temiz bir yiyecek; öyle ki, getirsin size bir rızık ondan; ve latif olsun/kibar-yumuşak davransın; ve sezdirmesin sizler hakkında birisine.”


Tevil

İlk bakışta hemen anlaşılır ki 18:19 ayetinde iki ayrı grup arasında bir konuşma geçmektedir. Bu iki grubun başından geçen olayların muhteşem bir acayip olay olduğu 18:9 ayetinde bildirilmişti. Bu iki grup kehf (mağara) yoldaşları ve rakim (yazıt/rakamlayıcı) yoldaşlarıdır. Gençler uyandıklarında rakim yoldaşlarının da yanlarında hazır olduğu ayetten anlaşılır. Gençleri mağaraya yönlendirmiş olan bu rakim yoldaşları gençler uyandığında da yanlarındadır. 

Zaman yolculuğundan çıkan mağara yoldaşları olan gençler durumdan henüz tam olarak haberdar değildir. Rakim yoldaşları da onlarla birliktedir. Aralarında konuşurlar. Rakim (yazıt, rakamlayıcı) yoldaşlarından bir konuşan kimse “Ne kadar kaldınız?” diye gençlere sormaktadır. Bu soruya gençler “Kaldık bir gün ya da günün bir parçası” olarak cevap vermiştir. Rakim (yazıt, rakamlayıcı) yoldaşlarının bu soruyu sormaları gençlerin her birinin cevabını tüm gençlerin duyması içindir. Zaten cevap hep bir ağızdan “Kaldık bir gün ya da günün bir parçası” olarak çıkmaktadır.

Rakim (yazıt, rakamlayıcı) yoldaşları yüce Allah’tan aldıkları emri yerine getirmektedirler. Kaldıkları süreyi yüce Allah’ın belirlediğini, onun emriyle işlerin gerçekleştiğini bildirmek için “Rabb’iniz bilir kaldığınızı” demektedirler. Daha sonra “öyleyse gönderin sizlerin birini varağınızla şu şehre; öyle ki baksın hangisi saf, temiz bir yiyecek; öyle ki, getirsin size bir rızık ondan; ve latif olsun/kibar-yumuşak davransın; ve sezdirmesin sizler hakkında birisine.” diyerek cevap vermişlerdir. Dikkat edilirse ayetteki zamirler iki grup arasında geçen bir konuşmayı işaret etmektedir. Sadece gençler arasında bir konuşma gerçekleşmiş olsaydı cümlelerin şu şekilde olması beklenirdi;

“Ne kadar kaldık?”, “Kaldık bir gün ya da günün bir parçası”, “Rabb’imiz bilir kaldığımızı; öyleyse gönderelim bizlerden birini varağımızla şu şehre; öyle ki baksın hangisi saf/temiz bir yiyecek; öyle ki, getirsin bize bir rızık ondan; ve latif olsun/kibar-yumuşak davransın; ve sezdirmesin bizler hakkında birisine.”

Açık ve net olarak anlaşılıyor ki zamanda yolculuk yapan mağara yoldaşlarının yanında onlardan başka bir grup daha vardır. Bu grup rakim (yazıt, rakamlayıcı) yoldaşlarıdır.

Ayetten anlaşılır ki bu kimseler insanların yiyeceğinden; insanların rızkından yememektedirler. Ayrıca ilerleyen ayetlerde göreceğimiz gibi gençlerin fark edilmesi durumunda başlarına kötü olaylar geleceğini de bilmektedirler. Böylece anlarız ki bu rakim (yazıt, rakamlayıcı) yoldaşları insan değildir.

Rakim (yazıt, rakamlayıcı) yoldaşları daha önce İbrahim ve Lut peygamberlere de gelmişti:

11:69 Ve ant olsun geldi resullerimiz/elçilerimiz İbrahim'e müjdeyle; dediler: “Selam”; dedi (İbrahim): “Selam”; öyle ki, değildi kaldı (uzun süre), ki getirdi (İbrahim) kızartılmış bir buzağı.

11:70 Öyle ki, ne zaman gördü (İbrahim) ellerini onların; uzanmadı/varmadı ona (kızarmış buzağıya); hoşlanmadı onlardan; ve endişelendi onlardan bir korku (-yla); dediler: “Endişelenme; doğrusu biz gönderildik Lut kavmine.

Bu iki ayetten anlarız ki İbrahim peygambere gelen elçiler Kehf suresinde işaret edilen rakim yoldaşları benzeri bir gruptur. İbrahim peygambere gelen bu elçilerin yemek yemediklerine dikkat çekilmesi çok büyük bir işarettir. Yüce Allah’ın bu işareti vermesinin nedeni bu kimselerin insan olmadıklarını işaret etmek içindir. İbrahim peygamber sonrası Lut peygambere ulaşan bu elçilerle ilgili aşağıdaki ayetlerde bilgi verilmiştir.

11:77 Ve ne zaman ki geldi resullerimiz/elçilerimiz Lut'a; kederlenip kötüleşti onlardan; ve daraldı göğsü onlardan bir sıkıntı (-yla); ve dedi: “Bu kritik/zorlu bir gündür.”

11:81 Dediler: “Ey Lut! Doğrusu biz resulleriyiz/elçileriyiz Rabb’inin; asla ulaşmazlar sana; öyle ki, yürü ailenle geceden bir kesimde; ve dönmesin sizden biriniz; ancak hanımın; doğrusu o vurur ona; onları vuran; doğrusu vadedilen vakit onlara sabahtır; değil midir sabah yakın?”

11:81 ayetinde de büyük bir işaret vardır. Bu işaret “asla” kelimesidir. Ayetin Arapçasında “len” olarak geçen “asla” kelimesi bir şeyin gerçekleşmesinin mümkün olmadığı durumlar için kullanılır.

Türkçede de “asla” kelimesi anlamı tam olarak veren bir kelimedir. Ayette konuşanlar elçilerdir. Bu elçilerin geleceği kesin olarak bildikleri aşikârdır. Lut kavminin başına gelecek felaketin sabah olacağını da kesin olarak bilmektedirler. Lut peygamberin karısının kurtulamayacağını da kesin olarak bilmektedirler. Bu nedenle bu elçiler insan olamaz. Bunlar İbrahim peygamberinin kızarmış buzağısından yemeyen, geleceği bilen ve hatta yüce Allah’ın izniyle rakamlanarak yazılmış bilgi deposu olan Levh-i Mahfuz’a müdahale yetkisi olan rakim yani rakamlayıcı (yazıcı) yoldaşlarıdır. Hiperuzayda bulunan Cibrîl benzeri şerefli varlıklardır.

 

Gençlerin ellerinde olan varakları deri para olabilir mi?

18:19 ayetinde “öyleyse gönderin sizlerin birini varağınızla şu şehre” buyrulmaktadır. Kur’an’da altın (ٱلذَّهَبَ) (z-zeheb) olarak, gümüşse (ٱلْفِضَّةَ) (lfiddet) olarak geçmektedir. Kur’an’da (ورق) “vrq” kelimesi toplam 4 yerde geçer. 6:59, 7:22, 20:121 ayetlerinde yaprak olarak kullanılmıştır. Aynı geçiş tam olarak 18:19 ayetinde de geçmektedir.

18:19 ayetinde geçen “biverikikum” kelimesi tam olarak “varakınız ile” olarak çevrilebilir. Varak kelimesinin ilk anlamı düşünüldüğünde ayette farklı bir işaret olabilir.

Varak kelimesi kâğıt parçası, deri parçası, papirüs gibi çok ince nesneler için kullanılır. Yüce Allah 18:19 ayetinde “şu varakınız ile” buyururken kâğıt para gibi ince, para yerine geçen çok ince deri parçasını işaret etmiş olabilir.

Delillerimizi sunalım:

Ayette paranın altın veya gümüş olduğu belirtilmemiştir. Yüce Allah dileseydi altın veya gümüş para buyurarak bize işaret verebilirdi elbette. Ayrıca Arapçada demir para (عملة) ve/veya sikke (نقود) ayrı bir kelime olarak geçmektedir. Ama yüce Allah’ın bu parayı “varak” olarak işaret etmesi bu paranın kâğıt paraya benzer bir para olduğunu düşündürebilir.

 

   

 

 

 



18:20.

Doğrusu, eğer onlar sizlerin farkına varırlarsa; recm ederler/taşlarlar sizleri ya da döndürürler kendi inançlarına/dinlerine; ve asla iflah olmazsınız/rahata kavuşmasınız o vakit; ebedî olarak.


Tevil

Bu ayette konuşanlar mağara yoldaşlarını uyaran rakim yoldaşlarıdır. Rakim yoldaşları gençlerin fark edilmesi durumunda gençlerin başlarına gelebilecekleri söyleyerek gençleri uyarmaktadır. Dikkat edilirse bu uyarıları yapanlar kendileri için bir endişe, bir korku duymamaktadırlar. Kendileri öğüt verir bir pozisyondadırlar.

 



18:21.

Ve işte böyledir; tökezlettik/düşürdük/rastlattık onların üzerine; bilmeleri için ki Allah'ın vaadi hak/gerçek; ve doğrusu saat; yoktur şüphe onda; münazara ettikleri zaman kendi aralarında onların işlerini; öyle ki dediler: “Bina edin onların üstüne bir bina; Rableri bilir onlar hakkında; onların işine galip gelmiş kimseler dedi: “Mutlaka yaparız onların üzerine bir mescit/bir teslim olma yeri.”


Tevil

Bu ayette mağara yoldaşları olan gençlerin mağara dışına çıkıp insanlarla karşılaşmaları konu edilmektedir. Bu gençlerin insanlarla karşılaştırılması da elbette boşuna değildir. Yüce Allah'ın vaadinin hak ve gerçek olduğunu insanlar elbette görecektir. Yüce Allah “saatin” geleceğini de vaat etmektedir. Mutlak ki evren de bir zaman gelip yer çekimi marifetiyle yok olacak ve ilk yaratılıştaki tekillik hâline döndürülecektir.

Gençlerin başlarına daha sonra ne geldiği ayette bizlere bildirilmemiştir. Ayetten anlaşılır ki zaman yolculuğu yapmış olan gençlerle karşılaşan insanlar bir mucizeye tanık olduklarını anlamışlardır. Tartışmalar sonucunda gençlerin bulunduğu mağaranın üstüne kendi dinlerine özgü bir teslim olma mekânı (mescid) yapmışlardır.



18:22.

Diyecekler; üçtür, dördüncüleri onların köpekleridir; ve derler; beştir, altıncıları onların köpekleridir; bir taş atma gayba/bilinmeyene; ve derler; yedidir, ve sekizincileri onların köpekleridir; de ki: “Rabb’im daha iyi bilir sayısını onların”; yoktur bilen onları, biraz dışında; öyle ki münakaşa etme onlar hakkında; apaçık görünen/açık kanıtlı bir münakaşa dışında; ve kesin biçimde ifade etme onlar hakkında onlardan birine.


Tevil

Ayete göre bu gençlerin sayısı hakkında gelecek nesiller tartışacaktır. Bazı grupların 3 kişi, bazı grupların 5 kişi, bazı grupların da 7 kişi olduklarını tahmin ederek iddiada bulunacakları belirtilmektedir. Bu gençlerin sayısını en iyi bilenin yüce Allah olduğu muhakkaktır. Ayette “deki: “Rabb’im daha iyi bilir sayısını onların” buyurarak yüce Allah net bir şekilde bunu göstermiştir. Fakat bu cümleden sonra "yoktur bilen onları, biraz dışında" buyurarak azınlıkta olan (sayısı az olan) bazı kimselerin gençlerin sayısını doğru olarak bilebileceklerini bildirmiştir. Demek ki bu gençlerin sayısı yüce Allah dışında bazı kimseler tarafından kesin olarak bilinebilecektir. Bu nasıl olacaktır? Elbette yine Kur’an’ın işaretiyle.

Yüce Allah’ın Allah kelimesini Kur’an’da kasıtlı olarak yerleştirdiğini, bu yöntemle bizlere bazı işaretler verdiğine birçok yerde tanık olmuştuk. Bu mucizelerin bir kısmını örnek olması için verelim ki yüce Allah’ımızın mucizelerine herkes tanık olsun.

 

Dişi bal arısının (kraliçe ve işçiler) 32 olan kromozom sayısının işaret edilmesi:

16. sure olan bal arısı (Nahl) suresinde sure başından dişi bal arısı kelimesinin geçtiği 68. ayete 32 Allah kelimesi geçmektedir. Bu geçiş sayısı da bize dişi işçi ve dişi kraliçe bal arısının kromozom sayısı olan 32’yi vermektedir.

16:68 Ve vahyetti Rabb’in dişi bal arısına; ki “edin evler dağlarda; ve ağaçlarda; ve yuva olarak inşa ettikleri (insanların) şeylerde.”

 

Bal arısı suresinin 16. sure olması da yüce Allah tarafından ayarlanmıştır. 16 sayısı erkek bal arısının kromozom sayısını işaret etmektedir.

 

https://kuranmucizeler.com/bal-arisi-ve-kuran-mucizesi-32-allah-geçer

Demir atomunun 26 olan atom numarasının işaret edilmesi:

 

57. sure olan demir (Hadid) suresinde sure başından demir kelimesinin geçtiği 25. ayete 26 Allah kelimesi geçmektedir.

 

57:25 Ant olsun gönderdik elçilerimizi açık kanıtlarla/delillerle; ve indirdik onlarla birlikte kitabı; ve ölçüyü/dengeyi; ayağa kaldırıp dikmesi için insanların eşitliği; ve indirdik demiri; sert/sağlam bir güç/kuvvet onda; ve menfaatler/yararlar insanlar için; ve bilmesi/bilindik kılması için Allah’ın kim yardım eder ona ve elçilerine, gaybda/bilinmezde; doğrusu Allah güçlü/kuvvetlidir; güç yetirendir.

 

Demirin atom numarası olan 26 sayısının 26 Allah kelimesi geçirilerek işaret edilmesi gerçekten büyük bir delildir.

https://kuranmucizeler.com/demir-kuran-mucizesi-26-atom-numarasi-57-izotop

Ayrıca Güneş ve Ay tutulması döngüsü olan Saros döngüsü 18 yıl, 11 gün, 8 saat olarak Allah kelimesiyle işaret edilmişti. Güneş'in kendi etrafında dönüş süresi olan 24 gün (Ekvatorial, Sidereal) gibi bilimsel verilerin Allah kelimesi geçişleriyle Kur’an'da bildirildiğini görmüştük. Bu konuyla ilgili daha detaylı bilgiler https://kuranmucizeler.com sitesinden öğrenilebilir.

Görüldüğü üzere Allah kelimesinin geçişleri sistematik olarak bize bazı işaretler vermektedir. Kehf suresinde buna benzer bir işaret olabilir mi diye araştırdığımızda mucizevi şekilde bazı işaretler görürüz.

Surenin başından gençlerin sayısının işaret edildiği 22. ayete kadar kaç Allah kelimesi geçiyor diye saydığımızda mucizevi bir şekilde 7 sayısına ulaşırız.

 

Yüce Allah mağaraya sığınan gençlerin sayısını işaret ettiği 18:22 ayete 7 adet Allah kelimesi geçirmiştir. Bu 7 sayısı gençlerin sayısına büyük bir işarettir.

18:22 ayeti detaylı incelendiğinde; "üçtür, dördüncüleri onların köpekleridir; ve derler; beştir, altıncıları onların köpekleridir" diyenler önce zikredilmiş ve “recmen bil gayb” (bir taş atma gayba, bilinmeyene, bilinmeyen şey hakkında atıp tutmak) buyrularak bunu diyenlerin bilinmedik bir şey hakkında atıp tuttukları belirtilmiştir ve eleştirilmiştir. Fakat "ve derler; yedidir, ve sekizincileri onların köpekleridir" diyenlerle ilgili aynı ifade yüce Allah tarafından kullanılmamıştır. Bu nokta da yüce Allah'ın bir işareti olabilir.

Ayetin devamında “münakaşa etme onlar hakkında; apaçık görünen/açık kanıtlı bir münakaşa dışında; ve kesin biçimde ifade etme onlar hakkında onlardan birine.” buyrulmuştur. Gençler hakkında bir tartışma ancak apaçık delillerle yapılmalıdır. Şu şöyle söylemiş, bu böyle söylemiş gibi delilsiz hikayelerle bir tartışma asla yapılmamalıdır. Delilsiz bir tartışmanın kimseye bir faydası olmaz. Apaçık görünen, açık kanıtlı bir münakaşaysa doğruyu bulmamıza yardımcı olacaktır. Elbette gençlerle ilgili gerçekleri ancak ve ancak yüce Allah bizlere göstermeyi dilerse bizler onu kuşatabiliriz. En doğrusunu elbette yüce Rabb’imiz bilir.

 

Allah kelimesi geçişlerini detaylı olarak verelim:

Ayette geçen Allah kelimesi sayısı

Kur’an Ayet No|Sure No|Ayet No|Ayet

1

2139|18|1|ٱلْحَمْدُ لِلَّهِ ٱلَّذِىٓأَنزَلَعَلَىٰعَبْدِهِٱلْكِتَٰبَوَلَمْيَجْعَللَّهُۥعِوَجَا

1

2142|18|4|وَيُنذِرَٱلَّذِينَقَالُوا۟ٱتَّخَذَ ٱللَّهُ وَلَدًا

1

2153|18|15|هَٰٓؤُلَآءِقَوْمُنَاٱتَّخَذُوا۟مِندُونِهِۦٓءَالِهَةًلَّوْلَايَأْتُونَعَلَيْهِمبِسُلْطَٰنٍۭبَيِّنٍفَمَنْأَظْلَمُمِمَّنِٱفْتَرَىٰعَلَى ٱللَّهِ كَذِبًا

1

2154|18|16|وَإِذِٱعْتَزَلْتُمُوهُمْوَمَايَعْبُدُونَإِلَّا ٱللَّهَ فَأْوُۥٓا۟إِلَىٱلْكَهْفِيَنشُرْلَكُمْرَبُّكُممِّنرَّحْمَتِهِۦوَيُهَيِّئْلَكُممِّنْأَمْرِكُممِّرْفَقًا

2

2155|18|17|وَتَرَىٱلشَّمْسَإِذَاطَلَعَتتَّزَٰوَرُعَنكَهْفِهِمْذَاتَٱلْيَمِينِوَإِذَاغَرَبَتتَّقْرِضُهُمْذَاتَٱلشِّمَالِوَهُمْفِىفَجْوَةٍمِّنْهُذَٰلِكَمِنْءَايَٰتِ ٱللَّهِ مَنيَهْدِ ٱللَّهُ فَهُوَٱلْمُهْتَدِوَمَنيُضْلِلْفَلَنتَجِدَلَهُۥوَلِيًّامُّرْشِدًا

1

2159|18|21|وَكَذَٰلِكَأَعْثَرْنَاعَلَيْهِمْلِيَعْلَمُوٓا۟أَنَّوَعْدَ ٱللَّهِ حَقٌّوَأَنَّٱلسَّاعَةَلَارَيْبَفِيهَآإِذْيَتَنَٰزَعُونَبَيْنَهُمْأَمْرَهُمْفَقَالُوا۟ٱبْنُوا۟عَلَيْهِمبُنْيَٰنًارَّبُّهُمْأَعْلَمُبِهِمْقَالَٱلَّذِينَغَلَبُوا۟عَلَىٰٓأَمْرِهِمْلَنَتَّخِذَنَّعَلَيْهِممَّسْجِدًا

Allah'ın gençlerin sayısına dikkat çektiği ayete kadar toplam 7 Allah kelimesi geçer.

2160|18|22|سَيَقُولُونَثَلَٰثَةٌرَّابِعُهُمْكَلْبُهُمْوَيَقُولُونَخَمْسَةٌسَادِسُهُمْكَلْبُهُمْرَجْمًۢابِٱلْغَيْبِوَيَقُولُونَسَبْعَةٌوَثَامِنُهُمْكَلْبُهُمْقُلرَّبِّىٓأَعْلَمُبِعِدَّتِهِممَّايَعْلَمُهُمْإِلَّاقَلِيلٌفَلَاتُمَارِفِيهِمْإِلَّامِرَآءًظَٰهِرًاوَلَاتَسْتَفْتِفِيهِممِّنْهُمْأَحَدًا

Büyük bir mucizeye tanık olun;

Ayetteki diğer bir mucizeyse 've derler; yedidir, ve sekizincileri onların köpekleridir' geçişidir. 7 Allah kelimesiyle gençlerin 7 kişi olduğunun işaretini aldık. Demek ki sekizincileri onların köpekmiş. 7 ve 8 rakamlarının bir araya gelmesi de büyük bir mucizedir. Çünkü köpeklerin 78 kromozomu vardır. İnsanlarınsa 46 kromozomu vardır. Köpeği işaret etmek için 78'den daha iyi bir sayı seçilemez.

Köpeklerin 78 kromozomu vardır. 've derler; yedidir, ve sekizincileri onların köpekleridir'



18:23.

Ve deme bir şey için; şüphesiz ben yapıcıyım bunu yarın.


Tevil

Ne muhteşem bir ayet! Demek ki her bir işimize yüce Allah’ın izniyle, yüce Allah dilerse diyerek başlamalıyız. Elbette bunu sadece dilimizle değil tüm kalbimizle söylemeliyiz.

 



18:24.

Ancak eğer dilerse Allah; ve zikret/an Rabb’ini unuttuğun zaman; ve de ki: “Belki de kılavuzlar beni Rabb’im bundan daha yakın bir doğruya/bir olgunluğa”

 


Tevil
Unuttuğumuz zaman da Rabb’imizi hatırlamalıyız. O'ndan bizleri doğru yola kılavuzlamasını ummalıyız.


18:25.

Ve kaldılar mağaralarında üç yüz sene; ve ziyade ettiler/artırdılar; dokuz.


Tevil

Yüce Allah tartışmalara bir son vermiştir. Gençlerin mağarada kaldıkları süreyi bizlere bildirmiştir. Bu ayet 18:12 ayetiyle birlikte okunmalıdır. 18:12 ayetinde yüce Allah “Sonra uyandırdık/gönderdik onları; bilmemiz için iki gruptan/partiden hangisi hesaplayıcı onların kaldıkları zaman için.” buyurarak bizlere bir işaret vermiştir. Gençlerin zaman yolculuğunu tamamlayıp mağaranın dışına çıkmasıyla karşılaştıkları insanlardan iki grup bu gençlerin mağarada kaç sene kaldığını hesaplamaya çalışmıştır.

Yüce Allah gençlerin 300 sene mağarada kaldığını “Ve kaldılar mağaralarında üç yüz sene” geçişiyle bizlere bildirmiştir. Ayetin devamındaysa “ve ziyade ettiler/artırdılar; dokuz.” buyrulmuştur. Dokuz sene ziyade edenler, artıranlar gençler değildir. Gençler 300 sene kaldıktan sonra uyanıp bir 9 sene daha mağarada kalmış değillerdir. Gençlerin mağarada kalma süresi olan 300 seneye 9 sene ekleyenler gençlerin mağarada ne kadar kaldığını ellerindeki varaklardan hesaplamaya çalışan iki gruptaki insanlardır.

İşte bu noktada muhteşem bir işaret karşımıza çıkar.

Neden 300 yıla 9 eklemişlerdir? 300 ile 309’un ne ilgisi olabilir?

 

Ayet bize şunu işaret eder; gençlerin uyandığı dönemde hesaplama yapan insanlar güneş takvimini (solar takvimi) ve ay takvimini (lunar takvimini) aynı anda kullanmış olmalıdır. Güneş takvimi ve ay takviminin birlikte kullanımına ‘lunisolar’ takvim denir. Güneş döngüleriyle birlikte Ay’ın döngüleri de takip edilir.

 

300 güneş yılı kaç ay yılı yapar?

1 yılda 10,875125 günlük bir fark olduğuna göre 300 güneş yılında fark 9,2 ay yılı olur. Tam sayıyla 9 yıl yapar. Böylece anlarız ki; 

300 güneş yılı=309 ay yılıdır.

 

Anlaşılıyor ki o dönemde yaşayan insanlar mağaraya sığınan gençlerin mağarada kalma süresini 300 güneş yılı olarak tahmin etmişler. Daha sonra bunu 9 artırarak 309 ay yılına denk geldiğini de belirtmişler. Kur’an’da bu ince detayın tam olarak verilmesi Kur’an’ın büyük bir mucizesidir.

 

Yüce Allah direkt olarak 309 sayısı yerine neden 300 ve 9 sayılarını ayrı olarak kullanmış olabilir?

 

Kur’an’ın 19 asal sayısıyla kodlandığını yüce Allah bizlere sayısız delille göstermektedir. Bu delillerden bir tanesi de Kur’an’da geçen sayılardır.

Kur’an’da tam sayı olarak toplam 30 farklı sayı geçer. Kesirli olarak toplam 8 farklı sayı geçer. Dolayısıyla toplamda 38 (19x2) adet farklı sayı geçer.

Tam sayılar incelendiğinde bu sayıların rastgele seçilmediği rahatlıkla görülür. Aşağıdaki tabloda görülebileceği gibi Kur’an’da geçen bu 30 farklı sayının toplamı 162.146 olup 19’un tam katıdır. Kesirli sayıların paydalarını oluşturan 7 farklı sayının (2, 3, 4, 5, 6, 8, 10) toplamının da 38 (19x2) olduğu görülür.

 #

Tam Sayı

Kesirli Sayı

Sure No: Ayet No

1

1

 

2:61

2

2

 

5:106

3

3

 

19:10

4

4

 

2:226

5

5

 

18:22

6

6

 

7:54

7

7

 

2:29

8

8

 

28:27

9

9

 

17:101

10

10

 

2:196

11

11

 

12:4*

12

12

 

9:36

13

19

 

74:30*

14

20

 

8:65*

15

30

 

7:142

16

40

 

2:51

17

50

 

29:14*

18

60

 

58:4*

19

70

 

69:32

20

80

 

24:4*

21

99

 

38:23*

22

100

 

2:259

23

200

 

8:65

24

300

 

18:25*

25

1.000

 

2:96

26

2.000

 

8:66*

27

3.000

 

3:124*

28

5.000

 

3:125*

29

50.000

 

70:4*

30

100.000  

 

37:147*

 

Toplam= 162.146 (19x)

 

 

31

 

1/10

34:45*

32

 

1/8

4:12*

33

 

1/6

4:11

34

 

1/5

8:41*

35

 

1/4

4:12

36

 

1/3

4:11

37

 

1/2

2:237

38 (19x)

 

2/3

4:176

Not: Sayıların ilk geçtiği ayetler örnek olarak gösterilmiştir.

*Sadece bu ayette geçmektedir.    

18:25 ayetinde yüce Allah 309 sayısını 300 sayısı ve 9 sayısı olarak iki sayıyla işaret ederek hem 309 ay yılının hem de 300 güneş yılının işaret edilmesini sağlamıştır. Kur’an’ın katmanlı yapısı bu noktada rahatlıkla görülebilir. Yüce Allah tek bir sayı yerine iki sayı kullanarak farklı şeyleri işaret ederken aynı zamanda yukarıdaki tablonun oluşmasını sağlıyor.

Benzer durum başka bir ayette de görülür; 29:14 ayetindeyse Nuh peygamberin toplumu içinde kalma süresi direkt olarak 950 sene değil de 1000 senenin 50 yıl haricinde denilerek iki sayıyla (1000 sayısı ve 50 sayısı) işaret edilmiştir. 

 

309 kelimenin büyük mucizesi:

Kur’an’da “l-kehf”, (ٱلْكَهْفِ), “mağara” kelimesi tamamı 18. surede olacak şekilde 6 kez geçer. İlk geçiş 9. ayettedir.

18:9 Yoksa sandın (sen); ki yoldaşları kehf (mağara) ve rakim (yazıt/rakamlayıcı); oldular ayetlerimizden bir acayip/bir şaşılan!

Mağaraya sığınan gençlerin mağarada 300 güneş yılı (309 ay yılı) kaldığını bildiren ayet 25. ayetti.

18:25 Ve kaldılar mağaralarında üç yüz sene; ve ziyade ettiler/artırdılar; dokuz.

Şimdi sıkı durun!

Kur’an’da ilk kez geçen 18:9 ayetindeki mağara kelimesinden 309 ay yılı kalışın işaret edildiği 18:25 ayeti dâhil tam olarak 309 kelime vardır.

Ayetteki
Kelime Sayısı

Kur’an Ayet No|Sure No|Ayet No|Ayet

(ٱلْكَهْفِ) ‘l-kehf’, ‘mağara’ kelimesi, Kur’an'da tamamı 18. surede olacak şekilde 6 kez geçer. 9. ayette ilk kez geçer.

6

2147|18|9|ٱلْكَهْفِ وَٱلرَّقِيمِكَانُوا۟مِنْءَايَٰتِنَاعَجَبًا.......

18:9 …kehf (mağara) ve rakim (yazıt/rakamlayıcı); oldular ayetlerimizden bir acayip/bir şaşılan!

16

2148|18|10|إِذْأَوَىٱلْفِتْيَةُإِلَىٱلْكَهْفِفَقَالُوا۟رَبَّنَآءَاتِنَامِنلَّدُنكَرَحْمَةًوَهَيِّئْلَنَامِنْأَمْرِنَارَشَدًا

7

2149|18|11|فَضَرَبْنَاعَلَىٰٓءَاذَانِهِمْفِىٱلْكَهْفِسِنِينَعَدَدًا

9

2150|18|12|ثُمَّبَعَثْنَٰهُمْلِنَعْلَمَأَىُّٱلْحِزْبَيْنِأَحْصَىٰلِمَالَبِثُوٓا۟أَمَدًا

11

2151|18|13|نَّحْنُنَقُصُّعَلَيْكَنَبَأَهُمبِٱلْحَقِّإِنَّهُمْفِتْيَةٌءَامَنُوا۟بِرَبِّهِمْوَزِدْنَٰهُمْهُدًى

19

2152|18|14|وَرَبَطْنَاعَلَىٰقُلُوبِهِمْإِذْقَامُوا۟فَقَالُوا۟رَبُّنَارَبُّٱلسَّمَٰوَٰتِوَٱلْأَرْضِلَننَّدْعُوَا۟مِندُونِهِۦٓإِلَٰهًالَّقَدْقُلْنَآإِذًاشَطَطًا

18

2153|18|15|هَٰٓؤُلَآءِقَوْمُنَاٱتَّخَذُوا۟مِندُونِهِۦٓءَالِهَةًلَّوْلَايَأْتُونَعَلَيْهِمبِسُلْطَٰنٍۭبَيِّنٍفَمَنْأَظْلَمُمِمَّنِٱفْتَرَىٰعَلَىٱللَّهِكَذِبًا

19

2154|18|16|وَإِذِٱعْتَزَلْتُمُوهُمْوَمَايَعْبُدُونَإِلَّاٱللَّهَفَأْوُۥٓا۟إِلَىٱلْكَهْفِيَنشُرْلَكُمْرَبُّكُممِّنرَّحْمَتِهِۦوَيُهَيِّئْلَكُممِّنْأَمْرِكُممِّرْفَقًا

34

2155|18|17|وَتَرَىٱلشَّمْسَإِذَاطَلَعَتتَّزَٰوَرُعَنكَهْفِهِمْذَاتَٱلْيَمِينِوَإِذَاغَرَبَتتَّقْرِضُهُمْذَاتَٱلشِّمَالِوَهُمْفِىفَجْوَةٍمِّنْهُذَٰلِكَمِنْءَايَٰتِٱللَّهِمَنيَهْدِٱللَّهُفَهُوَٱلْمُهْتَدِوَمَنيُضْلِلْفَلَنتَجِدَلَهُۥوَلِيًّامُّرْشِدًا

22

2156|18|18|وَتَحْسَبُهُمْأَيْقَاظًاوَهُمْرُقُودٌوَنُقَلِّبُهُمْذَاتَٱلْيَمِينِوَذَاتَٱلشِّمَالِوَكَلْبُهُمبَٰسِطٌذِرَاعَيْهِبِٱلْوَصِيدِلَوِٱطَّلَعْتَعَلَيْهِمْلَوَلَّيْتَمِنْهُمْفِرَارًاوَلَمُلِئْتَمِنْهُمْرُعْبًا

38

2157|18|19|وَكَذَٰلِكَبَعَثْنَٰهُمْلِيَتَسَآءَلُوا۟بَيْنَهُمْقَالَقَآئِلٌمِّنْهُمْكَمْلَبِثْتُمْقَالُوا۟لَبِثْنَايَوْمًاأَوْبَعْضَيَوْمٍقَالُوا۟رَبُّكُمْأَعْلَمُبِمَالَبِثْتُمْفَٱبْعَثُوٓا۟أَحَدَكُمبِوَرِقِكُمْهَٰذِهِۦٓإِلَىٱلْمَدِينَةِفَلْيَنظُرْأَيُّهَآأَزْكَىٰطَعَامًافَلْيَأْتِكُمبِرِزْقٍمِّنْهُوَلْيَتَلَطَّفْوَلَايُشْعِرَنَّبِكُمْأَحَدًا

13

2158|18|20|إِنَّهُمْإِنيَظْهَرُوا۟عَلَيْكُمْيَرْجُمُوكُمْأَوْيُعِيدُوكُمْفِىمِلَّتِهِمْوَلَنتُفْلِحُوٓا۟إِذًاأَبَدًا

32

2159|18|21|وَكَذَٰلِكَأَعْثَرْنَاعَلَيْهِمْلِيَعْلَمُوٓا۟أَنَّوَعْدَٱللَّهِحَقٌّوَأَنَّٱلسَّاعَةَلَارَيْبَفِيهَآإِذْيَتَنَٰزَعُونَبَيْنَهُمْأَمْرَهُمْفَقَالُوا۟ٱبْنُوا۟عَلَيْهِمبُنْيَٰنًارَّبُّهُمْأَعْلَمُبِهِمْقَالَٱلَّذِينَغَلَبُوا۟عَلَىٰٓأَمْرِهِمْلَنَتَّخِذَنَّعَلَيْهِممَّسْجِدًا

33

2160|18|22|سَيَقُولُونَثَلَٰثَةٌرَّابِعُهُمْكَلْبُهُمْوَيَقُولُونَخَمْسَةٌسَادِسُهُمْكَلْبُهُمْرَجْمًۢابِٱلْغَيْبِوَيَقُولُونَسَبْعَةٌوَثَامِنُهُمْكَلْبُهُمْقُلرَّبِّىٓأَعْلَمُبِعِدَّتِهِممَّايَعْلَمُهُمْإِلَّاقَلِيلٌفَلَاتُمَارِفِيهِمْإِلَّامِرَآءًظَٰهِرًاوَلَاتَسْتَفْتِفِيهِممِّنْهُمْأَحَدًا

7

2161|18|23|وَلَاتَقُولَنَّلِشَا۟ىْءٍإِنِّىفَاعِلٌذَٰلِكَغَدًا

17

2162|18|24|إِلَّآأَنيَشَآءَٱللَّهُوَٱذْكُررَّبَّكَإِذَانَسِيتَوَقُلْعَسَىٰٓأَنيَهْدِيَنِرَبِّىلِأَقْرَبَمِنْهَٰذَارَشَدًا

8

2163|18|25|وَلَبِثُوا۟فِىكَهْفِهِمْثَلَٰثَمِا۟ئَةٍسِنِينَوَٱزْدَادُوا۟تِسْعًا

18:25 Ve kaldılar mağaralarında üç yüz sene; ve ziyade ettiler/artırdılar; dokuz.

Toplam=309 kelime (+)

 

 

 

Monoteist/hanif/tek tanrıcı bu gençler Afşin’deki mağaraya ne zaman girdiler ve mağaradan ne zaman çıktılar?

 

Bu gençler Romalılar arasında paganizm dininin, Hristiyanlar arasında teslis inancının hüküm sürdüğü Roma İmparatorluğu Dönemi’nde, MS 125 yılında mağaraya girmişlerdir ve Doğu Roma-Bizans İmparatorluğu Dönemi’nde MS 428 yıllarında uyanmışlardır. 

Delillerimiz;

Gençlerin mağaraya girmesi:

MS 125 yılında Roma İmparatorluğu henüz bölünmemişti ve dev imparatorluğun başında İmparator Hadrianus vardı. Hadrianus MS 117-138 yılları arasında ülkeyi yönetmiştir. Hadrianus döneminde Yahudilere yönelik aşırı bir baskı mevcuttu. Bu dönemi anlamak için Kiştuş Savaşı’nı (veya Kitos Savaşı’nı) (MS 115-117) da anlamak gerekir. Yahudilerin büyük çapta bir isyanı İmparator Trajan tarafından çok ağır bir şekilde bastırılmıştı. Sonrası gelen Hadrianus’un Yahudi bölgesine baskısı artarak devam etmiştir. MS 132-136 yılları arasında Bar Kohba ayaklanması patlak vermiştir. Hadrianus ayaklanmayı zor da olsa çok ağır şekilde bastırmıştır. Tarihçi Cassius Dio'ya göre 580.000 Yahudi öldürülüp 50 kale ve 985 köy yerle bir edilmiştir. MS 128 yılları Yahudiye gölgesinin Roma İmparatorluğu tarafından şiddetli bir baskı altında olduğu dönemlerden birisidir. Roma’nın baskısı Yahudilere olduğu kadar mutlak ki Hristiyanlara da olmuş olmalıdır. Bu nedenle gençlerin Roma baskısının çok etkin olduğu MS 125 yılları civarında Afşin’deki mağaraya sığınmış olmaları en olası gözükmektedir. 

 

Hristiyanlığın yeşerdiği topraklarda yaşayan müşrik Hristiyanlardan ve aynı zamanda zalim Roma yönetiminden kaçan gençler direkt olarak kuzeye doğru bir yol alarak Afşin’deki gerçek Ashab-ı Kehf Mağarası’na sığınmışlardır. Elbette yazıt (rakamlayıcı) yoldaşlarının yardımıyla ve yönlendirmesiyle.

 

Gençlerin Afşin'deki mağaraya girmeleri. MS 125 yılı.

 

 

 

Gençlerin mağaradan çıkması:

 

Roma İmparatorluğu MS 379 yılında resmî olarak Hristiyanlığı kabul etmiş ve paganizmi yasaklamıştı. MS 395 yılında da Doğu ve Batı Roma olarak ikiye ayrılmıştır. Gençlerin uyandığı MS 425 yılında Doğu Roma İmparatoru, Bizans hükümdarı II. Theodosius’tu (II. Teodosyüs’tu). Tek tanrıcı gençler uyandıklarında toplumun tam olarak şirk içinde olduğunu gördüler. Teslis inancı Hristiyanlığı ele geçirmiş ve daha da büyümüştü. Bizans’ın resmî dini olan Hristiyanlık da tam olarak şirk diniydi. O dönemde müşrik Hristiyanlar hızını alamamış İsa Mesih’i doğuran Meryem’e Theotokos “Tanrı'yı doğuran” unvanı vermişlerdi. Gençlerin etkisiyle MS 431 yılında Efes konseyi Nestorius’un öncülük etmesiyle toplanmıştır. Nestorius ortada resmedilmiştir. Nestorius'un tek tanrıcıdır. Karşısında ise müşrik İskenderiyeli Aziz Kiril vardır. Konseyi müşrikler kazanır. II. Theodosius müşrik olan Kiril'i destekler. Tek tanrıcı olan Nestorius'un aforoz edilir. Mısır'a gönderilir. Ancak Nestorius sürgüne gönderildikten sonra da fikirlerinden vazgeçmemiştir. Nasturilik doktrini hayatta kalmıştır. Bu görüş diofizit öğretilerinin temeli hâline gelmiştir.   

MS 431 yılında Efes konseyi Nestorius’un öncülük etmesiyle toplanmıştır. Nestorius ortada resmedilmiştir.

 

 

Kur’an’da “Münazara ederlerken kendi aralarında onların işlerini; dediler: “Bina edin onların üstüne bir bina; onların Rableri bilir onlar hakkında; onların işine galip gelmiş kimseler dedi: “Mutlaka yaparız onların üzerlerine bir mescit/bir teslim olma yeri.” buyrulmuştur. Afşin’deki mağaranın üstüne bir kilise yapılması muhtemeldir ki Nestorius’la II. Theodosius’un hemfikir olduğu, Nestorius’un ülkenin başpiskoposu olduğu MS 428-431 yıllarında yapılmıştır. Hem dinî hem de yönetimsel onayla bu kilisenin yapılabileceği aşikardır.

 

 

 

 

Zamanda yolculuk nasıl mümkün oldu?

Hiperuzayda bulunan bu şerefli rakim yoldaşları (Cibril benzeri varlıklar) yüce Allah’ın izniyle gençlerle iletişime geçtiler. Muhtemel ki bir insan kılığında göründüler. Onları ve köpeklerini Afşin’in 6 km kuzeybatısındaki mağaraya yönlendirdiler. Bu gençlere yer çekimi gücünü kullanarak bir zaman yolculuğu yaptırdılar. Biz zaman küresi oluşturdular. Karadelik gücünde bir yüzey oluştu. Bu yüzeyin iç ve dışı normal yerçekimi gücündeydi. İçinde olanlar günün bir kısmı kadar bilinçsiz kalmalarına rağmen kürenin dışında 300 güneş yılı geçti. 

Zamanda yolculuk. Zaman küresi. Yedi uyurlar nasıl 300 sene uyudu?

 

Kürenin içinin her yerinde aynı yer çekimi oluşturulmalıdır ki gençler uzayda kendiliğinden hareket eden astronotlar gibi sağa ve sola doğru dönmüşlerdir. Serbest düşüş yapan kimseler gibi asılı kalmışlardır. Dalgıçların hareketi gibi hareket etmişlerdir. Bu noktada kesin olarak anlarız ki küre içindeki yer çekimi gençleri bayıltacak kadar kuvvetlidir. Ancak öldürecek kadar da güçlü değildir. 

 

Sağa sola döndürülme. Yedi uyurlar. 

 

 

 

Zamanda yolculuk yapan başka bir kimse de Kur’an’da işaret ediliyor:

Kur’an’ın 2. suresi olan Bakara suresinin 259. ayetinde yüce Allah bizlere yine muhteşem bir mucizesini göstermiştir. Bir kişinin başından geçen acayip, şaşkınlık veren, şaşılacak bir olayı bizlere bildirmiştir. Bu kişinin yüce Allah’ın bir elçisi (resulü) olması muhtemeldir.

 

 

 

 

 

 

 

 



18:26.

De ki: “Allah en iyi bilendir kaldıklarını onların; O'nadır gaybı/bilinmeyeni göklerin ve yerin; en iyi görür onu; ve en iyi işitir; yoktur onlara O'nun astından hiçbir veli (yakın koruyucu); ve ortak etmez kendi hükmüne birini.”


Tevil

Yüce Allah bu ayette mağarada gençlerin ne kadar kaldığını en iyi kendisinin bilebileceğini, kendisi ancak dilerse başkalarının onun ilmini kuşatabileceğine vurgu yapmıştır. Gençler mağarada kaç sene kaldılar, nasıl zaman yolculuğu yaptılar gibi soruların elbette kesin cevabını bizlere Rabb’imiz verir. Bu cevapları da şerefli Kur’an’a yerleştirerek bizlere gösterir ki bizler Kur’an’ın yüce Allah katından geldiğine kesin olarak kanaat getirelim; sadece Kur’an’a teslim olalım. Sadece Kur’an’a teslim olma süreci başlarsa yüce Allah bizim velimiz olur; yakın koruyucumuz olur. Ayetin sonunda ‘ve ortak etmez kendi hükmüne birini’ geçişi o kadar önemlidir ki, bu geçiş herkese ders olmalıdır. Yüce Allah hükmü olan Kur’an haricinde hiçbir şeyi dinde hüküm koyucu olarak kabul etmez.

 

Dinlerini parça etmiş olan;

Ey Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbelî, Zahiri kardeşlerim!

Ey Ezarika, Sufr’îyye, Necadat, Acaride, İbadiyye kardeşlerim!

Ey Caferî, Zeydî, İsmailî kardeşlerim!

Ey Alevi kardeşlerim!

Ey Protestan, Katolik, Ortodoks Hristiyan kardeşlerim!

Ey Hasidî, Ferisî, Sadukî, Essnî, Zelot, Rabbânî, İseviyye, Yudganiyye Yahudi kardeşlerim!

Yüce Allah’a iman etmiş olan insanlar!

Yüce Allah’ın bir rahmeti olan, bir hatırlatması olan Kur’an varken ne olur onun astından kitaplar edinmeyin. Hepiniz “en doğru mezhep benimkidir; en doğru mezhep benim tabi olduğum mezheptir, en doğru yol benim yolumdur; Allah’a en yakın yol benim yolumdur” diyorsunuz. Samimisiniz; biliyorum. Yüce Allah’a iman ediyorsunuz, ahirete iman ediyorsunuz, samimi olarak yüce Allah’a ibadet ediyorsunuz. Bazılarınız oruç tutuyor, namaz kılıyor. Ancak durum sizlerin düşündüğü gibi değildir. Ne yaparsanız yapın eğer en ufak bir şirk günahını işlerseniz tüm yaptıklarınız boşa gidecektir. Şeytan da bunu biliyor ve insanlara bu günahı işletmek için elinden geleni yapıyor. O da biliyor ki tüm ömrünü alnı secdede geçiren bir kimse secdede Yüce Allah’a yönelirken O’nun astından başkalarına da yönelirse tüm yaptıkları boşa gidecektir.

6:88 İşte bu, kılavuzudur Allah'ın; doğru yola iletir onunla kullarından dilediği kimseyi; ve eğer ortak koşsalardı mutlak boşa çıkardı onlardan yapmış oldukları.

İnsanların çoğunluğu dinlerini parça parça edip hiziplere bölmüştür.

30:32 Kimselerden; parça parça ettiler dinlerini; ve oldular takipçiler; her bir hizip/bölük yanındakiyle ferahlayanlar/rahatlayanlardır.

Oysa yüce Allah’ın katında sadece tek bir din vardır. O da İslam’dır. İslam da İbrahim peygamberin dinidir; Musa peygamberin dinidir, İsa peygamberin dinidir, Muhammed peygamberin dinidir. Tüm peygamberin dini tek dindir. O da İslam’dır. Sadece Kur’an’dır. Ahirette İslam’dan başka bir din asla kabul edilmeyecektir.

3:19 Doğrusu Allah indinde/katında din İslam’dır; ve ayrılığa-ihtilafa düştüler/farklılaştılar kitap verilen kimseler, onlara gelen ilim sonrasında; zorbalık/baskı/yozlaşma aralarında; başka değil; ve kim kâfirlik eder/örter Allah'ın ayetlerini; öyle ki doğrusu Allah seridir/çabuktur hesapta/hesaplaşmada.

3:85 Ve kim arzular/arar İslam’dan başka bir din; öyle ki asla kabul edilmez ondan; ve o ahirette hüsran içinde olanlardandır/kaybedenlerdendir.

4:125 Ve kim daha güzeldir kimseden bir dinen? Teslim etti yüzünü Allah'a; ve o güzel işler yapandır; ve tabi oldu İbrahim’in inanç öğretisine; bir tek tanrıcı; ve edindi Allah İbrahim’i bir dost.

6:161 De ki: “Şüphesiz beni; doğruya kılavuzladı beni Rabb’im; dosdoğru bir yola; doğru/düzgün bir dine; İbrahim'in inanç öğretisine; bir tek tanrıcı; ve değildi olmuş (İbrahim) müşriklerden/ortak koşanlardan.

Peygamber buyurdu ki diye başlayan, tamamı zan ve varsayım olan söylentileri/sözleri/hadisleri lütfen yüce Allah’ın sözü olan Kur’an’la bir tutmayın. Zannı tümden terk edin; çünkü resuller kendilerine indirilen kitaplar haricinde dinde hüküm koyucu tek bir kelime etmedi. Peygamberimiz de Kur’an haricinde dinde hüküm koyan asla bir şey söylemedi, okumadı. Yüce Allah’ın elçisi olarak görevini yaptı. Kur’an’ı okudu. Kur’an’ı söyledi. Kur’an haricinde din adına bir şey söyleseydi mutlak ki yüce Allah gereğini yapardı.

69:43 Bir indirilen (Kur’an); alemlerin Rabb’inden.

69:44 Ve eğer söylerse (resul Muhammed) bize karşı bazı sözler.

69:45 Mutlak alırdık ondan sağ eli.

69:46 Sonra mutlak keserdik ondan şah damarı.

69:47 Öyle ki, olamazdı sizden hiçbirisi; ondan (resul Muhammed’den) (onu) engelleyen.

Kur’an bize yeter. Yüce Allah’ın kitabı bize yeter. Bana ne olmuş ki yüce Allah’ın biricik kitabı elimdeyken onun astından kitaplar edinecekmişim!

Kur’an doğru yolu gösteren bir nurdur, aydınlıktır. Elbette sadece Kur’an’ın takip edilmesi gerekir.

5:15 Ey ehli kitap! Muhakkak ki geldi size resûlümüz; beyan eder/bildirir/deklere eder sizlere, kitaptan gizler/saklar olduğunuzdan çoğunu; ve ki siler çoğunu; muhakkak geldi size Allah’tan bir nur; ve bir kitap (Kur’an); apaçık.

5:16 Kılavuzlar onunla (Kur’an’la) Allah, rızasına tabi olan kimseyi; barışcıl/esenlikli/güvenli yollara; ve çıkarır onları (Kur’an) karanlıklardan nura/aydınlığa; izniyle O’nun (Allah’ın); ve kılavuzlar (Kur’an) dosdoğru bir yola.

Muhammed peygamber kendisine indirilen Kur’an’ı okudu ve insanlara sadece Kur’an’ı deklere etti. Kur’an da kendisine tabi olan kimseleri karanlıklardan aydınlığa çıkarır.

Kitabın sonlarına yaklaştık. Kur’an’ın birçok mucizesine tanık olduk. Artık sadece Kur’an’a teslim olma vakti geldi. Kur’an’ımızı anlayarak okuma vakti geldi. Kur’an’ı anlayabilmek, ona dokunabilmek için öncelikle kendimizi aklen temizlememiz gereklidir. Bu nedenle Kur’an haricinde dinî hüküm koyan; Kur’an’ın astından olan tüm kitapları, tüm bilgileri, tüm gelenekleri terk ederek Kur’an okumaya başlamalıyız.

 



18:27.

Ve oku vahyolunanı sana; Rabb’inin kitabından; yoktur değiştirici O’nun kelimelerini; ve asla bulamazsın O'nun astından bir sığınak.


Tevil

Ne muhteşem bir ayet. Yukarıda özetledik. Muhammed peygamber sadece Kur’an diyen bir resuldü. Aksi zaten düşünülemez. Kur’an’ın indiği dönemde kendisinden önce gelen İbrahim peygamberin, Musa peygamberin ve İsa peygamberin sünnetine yani hadislerine tabi olmuş değildi. Sadece Kur’an’a teslim olmuştu.

13:30 İşte böyledir; gönderdik seni bir ümmete; mutlak ki geçti onlardan önce milletler; okuman için onlara vahyettiğimizi sana; ve onlar kâfirlik ederler Rahman'a; de ki: “O Rabb’imdir; yoktur ilah O'nun dışında; O'na tevekkül ettim; ve O'nadır dönüş yerim.

Rabb’imin sözünden daha doğru hangi söz olabilir?

4:87 Allah; yoktur ilah O'nun dışında; mutlak bir araya toplar sizi kıyamet gününde; yoktur şüphe onda; ve bir sözde/bir hadiste Allah’tan daha doğru kim?

Yüce Allah’ın tek bir hadisi/sözü vardır. O da Kur’an’dır. Kur’an haricinde yüce Allah’ın bir sözü/hadisi yoktur.

Yüce Allah’ın ayetlerini yani Kur’an’ı etkisiz hale getirmeye çalışanlar her daim olacaktır.

28:87 Ve engellemesinler seni Allah'ın ayetlerinden; sana indirildikten sonra; ve davet et Rabb’ine; ve olma müşriklerden.

Maalesef günümüzde yeryüzünde yaşayan insanların çoğunluğu yüce Allah’ın ayetlerinden engellenmiştir. Yahudiler içinden çıkılmaz bir bataklık olan Talmud kitaplarıyla; Hristiyanlar hikâyelerle, Müslümanlar da tamamı zan ve varsayım olan hadis kitaplarıyla yüce Allah’ın ayetlerinden koparılmıştır.

Yüce Allah’ın kelimeleri olan Kur’an asla değiştirilemez. Kur’an kâğıt ve mürekkepten oluşan mushaf demek değildir. Levh-i Mahfuz’da matematiksel olarak kodlanmış, rakamlanmış bir kitaptır. Her bir harfi dizilişine kadar 19 matematiksel sistemiyle korunmaktadır.



18:83.

Ve sual ederler/sorarlar sana Zülkarneyn hakkında; de ki: “Okuyacağım sizlere ondan bir hatırlatma”


Tevil

Kesin olarak anlarız ki Muhammed peygambere Zülkarneyn hakkında bir soru sorulmuştur. Arapça gramer açısından incelediğimizde görürüz ki “Ve sual ederler (sorarlar) sana” geçişinin fiili (sual etme, sorma) 3. şahıs, çoğul ve eril olarak gelmiştir. Anlarız ki bu soruyu soran tek bir kişi değildir, en az 3 ve daha fazla kişiden oluşan bir grup insan bu soruyu sormuştur. Soruyu soran kişiler Zülkarneyn hakkında az da olsa bir duyum, bir bilgi sahibi olmalıdır. Aksi bir durum söz konusu olamaz. Zülkarneyn hakkında daha fazla bilgi öğrenmek istiyor olabilirler veya Muhammed peygamberin elçiliğini test etmek istiyor olabilirler. Her ne şekilde olursa olsun önemli olan bu soruyu soran kimselerin Zülkarneyn hakkında az da olsa bilgiye sahip olmaları gerekliliğidir. Bu nokta gerçekten çok önemlidir. Demek ki Zülkarneyn Kur’an öncesi yaşamış bir kimse olmalıdır.

18:83 ayetindeki de ki: “Okuyacağım sizlere ondan bir hatırlatma” geçişi de Kur’an aracılığı ile Zülkarneyn hakkında bir hatırlatma yapılacağını bizlere gösterir. Ayette geçen zikrân kelimesi bir zikir demektir. Zikir de hatırlatma demektir. Bu da bize daha önce yaşanmış olan olayların bir hatırlatmasının yapılacağını gösterir. Böylece kesin olarak anlarız ki Zülkarneyn ve onunla ilgili Kur’an’da işaret edilen olaylar Kur’an’ın indiği tarihten daha önceki bir tarihte gerçekleşmiş olmalıdır.

Zülkarneyn'in kim olduğu konusu 1400 yıldır tam olarak anlaşılamamıştır. Çok sayıda tarihi şahsiyetin Zülkarneyn olduğu iddia edilmiştir. Makedon Kralı Büyük İskender'i bir koç boynuzu taktı diye Zülkarneyn ilan etmişlerdir. Oysa Kur'an'da işaret edilen gerçek Zülkarneyn'in kim olduğu şerefli Kur'an'ımızda ayan beya işaret edilmiştir. Aşağıdaki tabloda Zülkarneyn olduğu iddia edilen kimseler vardır. 

 

Zülkarneyn olduğu iddia edilen kimseler

Açıklama

Makedon Kralı Büyük İskender

Özellikle Araplar arasında kabul görmüş bir fikirdir.

İran'ın efsanevi kahramanı Feridun

El-Tabari’nin Afridhun ibn Athfiyan olarak yorumladığı kimse.

Parth Kralı Kisrounis

 

Pers İmparatoru Büyük Darius

I. Darius, MÖ 549-MÖ 485

İmru el-Kays ibn Amr

Lahmilerin prensi (Güney Mezopotamya'daki)

Güney Arabistan Himyerî Kralı Sa'b Zü'l-Merâtid

Güney Arabistan Himyerî Kralı Sa'b Zü'l-Merâtid

Himyer Kralı Afrîkiş el-Himyerî

 

Akkad Kralı Naram-Sin

MÖ 2190 – 2154

Bilge Kağan ya da Oğuz Kağan

Türk komutan

Muhammed peygamberin bizzat kendisi

 

Musa peygamber

 

Zaman yolculuğu yapabilen uzay yolcusu

 

 

Zülkarneyn kelimesinin anlamı:

 

Zülkarneyn kelimesi Arapça ‘ذىالقرنين’ ‘ZY ELQRNYN’ olarak yazılır ve Zu’l-Karneyn olarak okunur. ‘Zu’ ‘ذى’ kelimesi Arapça ‘sahibi’ demektir. ‘القرنين’ ‘l-Karneyn’ kelimesi ise belirlilik takısı ile gelmiş olup kökü ‘قرن’ KRN’dir. KRN kökünden türeyen isim kelimesi boynuz (‘horn’) anlamındadır. Hayvanların boynuzu için kullanılır. Kelime tesniye ile yani iki şeyi işaretle gelmiştir. Böylece anlarız ki ‘ذىالقرنين’ ‘ZY ELQRNYN’ Zu’l-Karneyn (Zülkarneyn) iki boynuz sahibi demektir.

 

Zülkarneyn hakkında ehli kitabın bilgisi vardı:

Ehli Kitap olarak işaret edilen Yahudilerin ve Hristiyanların geçmiş peygamberler hakkında detaylı bilgi sahibi oldukları Kur’an tarafından doğrulanmıştır. Bu nedenle 18:83 ayetindeki “Ve sual ederler/sorarlar sana Zülkarneyn hakkında” geçişinden anlarız ki Muhammed peygamberin gerçekten gönderilmiş bir elçi olup olmadığını anlamak için ona kitaplarından çok iyi bildikleri ancak herkesin bilemeyeceği bir kişiyle ilgili bir soru sormuşlardır.

 

16:43 Ve göndermedik senden önce adamlardan başkasını; vahyettik onlara, öyleyse sorun zikir ehline, eğer bilmiyor iseniz.

16:43 ayetinde konu daha önce gönderilmiş olan peygamberlerdir. Yüce Allah daha önceden gönderilmiş peygamberler konusunda yeterli bilgisi olmayan insanlara bu konuda daha fazla bilgisi olan zikir ehline yani kitap ehline bilgilenme amaçlı soru sormalarını önermiştir. Kuşkusuz ki o dönemde kitap ehli gönderilmiş olan peygamberler konusunda ellerindeki Tevrat'a ve İncil’e hâkim olmaları nedeniyle daha bilgiliydiler. Kısacası konuya hâkim ve konunun uzmanıydılar. Gönderilmiş olan bu peygamberlerle ilgili detaylı bilgi Tevrat ve İncil’de mevcuttur.

 

Gönderilmiş elçiler konusunda bilgili olan, uzman olan zikir ehlinin Muhammed peygambere Zülkarneyn hakkında soru soran zümre olması mutlak ki en mantıklı olandır. Zikir ehli en iyi bildikleri Tevrat ve İncil’de geçmesine rağmen toplum tarafından çok az bilinen, sıra dışı bir kimseyi Muhammed peygambere sormuş olmalılardır.

 

İncil’de veya Tevrat’ta diğer zikredilen peygamberlerden daha sıra dışı olarak işaret edilmiş bir kişi var mı?

Evet, var. İncil’de geçen bir kimse var ki bu kimsenin Yahudiler arasında çok önemli bir yeri var. Kendisi bir İsrailoğlu (İsrail/Yakup soyu) olmamasına rağmen İsrailoğullarının tanrısının kendisini mesih yaptığı, kendisiyle konuştuğu bir kimse var. Yahudileri İsrailoğullarının tanrısının emriyle kölelikten kurtaran, ülkelerine dönmelerine izin veren, yıkılan Süleyman Mabet’ini onarmalarına yardım eden bir kimse var.

Bu kişi ehli kitapta geçen ismiyle Koreş’tir. Tarihteki ismiyle büyük Kiros’tur (Cyrus the Great). Perslerin büyük Kralı II. Kiros (Cyrus II of Persia). Yunanlılar tarafından Yaşlı Kiros olarak da bilinmektedir.

 

Ehli kitabın bilgilerini özetlersek:

·     Kral Koreş, bir İsrailli yani RAB’ın halkına ait biri olmadığı hâlde tanrısal bir görevi yerine getirmek üzere RAB tarafından görevlendirilmiştir.

·     Bu kimseyi RAB Mesih olarak seçmiştir. Bir peygamberdir.

·     Ulusları onun önünde boyun eğdirecek, kralları silahsızlandıracak, kendisine kapanmayacak kapılar açacak bir güç, bir hükümdarlık vermiştir.

·     RAB bu kimseye yardım edecektir. Önündeki tüm engelleri kaldıracaktır.

·     Bu kimse başta RAB’ı bilmemektedir, tanımamaktadır. Ancak RAB kendisini bu kimseye tanıtmıştır. ‘Seni adınla çağırıp onurlu bir unvan vereceğim.’ geçişinden anlarız ki RAB bu kimseyi peygamberlik verecektir.

·     Bu kimse daha önce gidilmemiş yerlere gidecek, gizli kalmış zenginliklere sahip olacaktır.

·     Doğu ve batı bu kimse için zikredilmiştir.

·     Koreş doğrulukla hareket etmektedir.

·     Mısır’ın ve Etiyopya’nın ticaretini kontrol edecektir ve Sebelilere hâkim olacaktır.

·     Bu kimsenin yaptığı işleri bir ücret talep etmeden yani RAB rızası için yaptığı anlaşılmaktadır.

·     Kentleri onarmaktadır. Düzeltici (onarıcı) işler yapmaktadır.

 

Doğum yılı hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte MÖ 600 ve sonrası doğmuş olduğu farklı tarihçiler tarafından yazılmıştır. MÖ 530 yılında vefat etmiştir. Yeryüzünün gördüğü ilk ve en büyük imparatorluğu kurmuştur. Bu imparatorluk bir Pers İmparatorluğu olan Ahameniş İmparatorluğu’dur.

 

“Ve sual ederler/sorarlar sana Zülkarneyn hakkında; de ki: “Okuyacağım sizlere ondan bir hatırlatma”:

İşte zikir ehli yani ehli kitap Muhammed peygamberin gönderilmiş olup olmadığını anlamak için ellerindeki İncil’den bildikleri Koreş’i soruyorlar. Koreş İncil’de geçen diğer peygamberler gibi yaygın olarak bilinen bir kimse değil. İncil’i satır satır ezbere bilen birisi ancak bu kimse hakkında bilgi sahibi olabilir.

 

Kitap ehlinin hakkında soru sorduğu ve Yüce Allah’ın Zülkarneyn kıssası

Zülkarneyn insanlığın ilk kez tanık olduğu, en büyük ve en güçlü imparatorluk olan Ahameniş İmparatorluğu’nun ilk kurucusu olan, bir peygambere yakışan bir hayat sürmüş olan Pers Kralı II. Kiros’tur. Zülkarneyn: Pers Kralı II. Kiros’tur (Büyük Kiros). Yüce Allah’ın izniyle  ilerleyen bölümlerinde tüm delilleriyle göreceğiniz gibi Zülkarneyn Pers Kralı II. Kiros’tur.

 

 

 

 

 

 

II. Kiros çift boynuzlu bir miğfer takmıştı:

Zülkarneyn kelimesinin anlamının “çift boynuz sahibi” olduğunu Kur’an bizlere bildiriyor. Bir insan gerçek boynuzlara sahip olamayacağına göre bu da bizlere Zülkarneyn’in iki boynuz içeren bir miğfer taktığını düşündürür. Büyük Kiros'u temsil eden dört kanatlı koruyucu figürü aşağıda gösterilmiştir. Bu taş kabartma İran’ın Pasargad şehrindeki kapı sütunu üzerinde bulunan ve üzerinde bir zamanlar üç dilde "Ben kral Kiros, bir Ahamenişliyim." cümlesinin yazılı olduğu taş kabartmadır.

 

II. Kiros’un kafasına taktığı çift boynuzlu bir miğferle gösterildiği taş kabartmanın daha detaylı görünümü.

 

II. Kiros’un kafasına taktığı çift boynuzlu bir miğferle göste-rildiği taş kabartmanın daha detaylı görünümü.

 

II. Kiros’un kafasına taktığı çift boynuzlu bir miğferle gösterildiği taş kabartma.

 

II. Kiros’un kafasına taktığı çift boynuzlu bir miğferle göste-rildiği taş kabartma.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



18:84.

Doğrusu biz, güçlendirdik/kuvvetlendirdik onu yerde/yeryüzünde; ve verdik ona her bir şeyden bir sebep.


Tevil

Kur’an’da “yer” yani “ard (arz)” kelimesi hiç şüphesiz Dünya için kullanılır. Bu da bize Zülkarneyn’in yeryüzünde (Dünya’da) yaşamış olduğunu gösterir. Zülkarneyn’in yeryüzünde geçerli olan bir kuvveti (bir gücü) olduğunu anlıyoruz. Gökte (uzayda, evrende) bir kuvveti veya bir gücü yoktur. Kendisine Yüce Allah tarafından bahşedilen güç (kuvvet) yeryüzü içinde verilmiştir. Kesindir ki Zülkarneyn uzayda oradan oraya gidebilen, zamanda yolculuk yapabilen bir uzaylı asla değildir. Şimdiden söyleyebiliriz ki uzaylı Zülkarneyn teorisi daha ilk ayetlerde çökmüştür.

 

Bu güç (kuvvet) mutlak ki ancak bir hükümdarda (bir kralda, bir melikte) olabilir. Hükümdarların orduları olur, hükümdarlık ettiği topraklarda mutlak güç ve kuvvet sahibi olurlar. Ağızlarından çıkan sözler tüm halklar için bir emirdir. Ayetten anlaşılıyor ki Zülkarneyn’in hükümdarlığı kendi dönemindeki kuvvetli bir hükümdarlık olmalıdır.

 

Sebeben (سَبَبًا) kelimesinin kökü سبب (sbb) olup gerekçe (occasion), sebep (cause, reason), motivasyon (motive) anlamındadır (Hans Wehr 4th ed., page 456 (of 1303)). Türkçeye de geçmiş bir kelimedir.

Örneğin “Kristof Kolomb’un gemileriyle okyanusa açılmasının sebebi neydi? Neydi o sebep?” diye bir soru sorulduğunda ne anlıyorsunuz? Kristof Kolomb’un okyanusa açılma gerekçesini (motivasyonunu) sormuş oluyoruz. Cevap, yeni kıtalar keşfetmek, yeni sömürgeler elde etmek, ganimetler elde etmek, zulme uğrayan bir toplumu kurtarmak, isyanları bastırmak vb. olabilir. Zülkarneyn’eher bir şeyden bir gerekçe (sebep) verilmiştir. Açık olarak anlıyoruz ki yeryüzünde kendisine güç ve kuvvet bahşedilen Zülkarneyn’in hayatı sürekli bir mücadele içinde olmuştur. Mücadelesi hiç bitmemiştir. Sebepten sebebe, gerekçeden gerekçeye koşmuştur.

 

 

 

 

 

 



18:85.

Öyle ki, tabi oldu bir sebebe.


Tevil

 

Bir gerekçeyle (sebeple) başlayan bir yolculuk:
18:85 ayetinde “…öyle ki, tabi oldu bir sebebe.” buyrulmuştur. Bir önceki ayette anlatıldığı üzere Zülkarneyn bir gerekçeyle (sebeple) en batıya doğru bir sefere başlamıştır. Bu seferin gerekçesi en batıda yaşayan bir kavmin zulme uğramasıdır. Zülkarneyn zulme uğrayan bu kavmi kurtarmak amacıyla batıya bir sefer düzenlemiştir. Zülkarneyn bunu mutlaka yapmış olmalıdır çünkü Yüce Allah Kur’an’da zulmeden kimselerle gerekirse savaşılması gerektiğini bizlere bildirmiştir.

 

49:9 Ve eğer iki gruptan inananlar kavga ederlerse-dövüşürlerse, o durumda düzeltin onların arasını; ancak zulmederse o ikisinden biri diğeri üzerine, öyleyse kavga edin-dövüşün zulmedenle, dönünceye kadar Allah'ın emrine; sonrası eğer dönerse, artık düzeltin onların arasını, ölçülü şekilde; ve eşitliği gözetin; çünkü Allah sever eşitliği gözetenleri.

 

Yeryüzünde yaşayan insanlar Yüce Allah’ın sadece bu muhteşem ayetine bile uysalar gezegenimiz barış yurdu olurdu. Ancak Yüce Allah’ın ayetlerine gerçek anlamda uyan (teslim olan) çok az kimse vardır. Mutlak ki Zülkarneyn zulme uğrayanların yanında olmuş olmalıdır. Zulmeden kimse veya kimselerle gerekirse ölümüne savaşmış olmalıdır.

 



18:86.

Ta ki ulaştığı/vardığı zaman battığı yere Güneş’in; ve buldu onu (Güneş’i) uzaklaştı/çekip gitti/battı (Güneş) bir gözede/bir pınarda, bir çamur; ve buldu yanında onun (gözenin) bir kavim; dedik Ey Zülkarneyn! Ya ki azap edersin veya ki tutarsın onlara bir güzellik.


Tevil

Güneş’in battığı yer neresi?

Ayetler Zülkarneyn’in gözünden anlatılmaktadır. Bu nokta çok önemlidir. Arapça gramer açısından incelendiğinde görülür ki “belega magribeş şemsi (ulaştı, vardı Güneş’in battığı yere), “vecedehâ (buldu onu)” gibi fiillerin öznesi tekil, eril ve 3. şahıs olan Zülkarneyn’dir. Zülkarneyn de bir insan olduğuna göre yeryüzünde yaşayan bir insan Güneş’i nasıl görüyorsa ayetlerin de o şekilde gelmesi beklenir. Ayetleri iyi anlamak için kendimizi Zülkarneyn’in yerine koymamız ve ayetleri onun gözleri ile bakıyormuş gibi düşünmemiz gereklidir.

 

 

Bir hükümdar için Güneş’in battığı yer hükmettiği toprakların en batısıdır. Daha batıya gidemediği en batıdır. Gidemez çünkü daha batıda başka bir krallığın sınırları başlar. Zülkarneyn için Güneş’in battığı yer, Güneş’in Zülkarneyn’in hükümdarlığının en batı noktasında battığı yerdir. İlerleyen sayfalarda anlatılacağı üzere Zülkarneyn olduğunu tespit ettiğimiz kimsenin adının Güneş anlamına gelmesi de Yüce Allah’ın büyük bir işareti ve büyük bir mucizesidir. Bu kimse kendi adının battığı yani hükümdarlığının son bulduğu noktaya gitmiştir.

 

Yüce Allah'ın bir işareti;

Kiros adı, eski Farsça “Kūruš” adından türemiştir. Eski Yunan tarihçileri Ctesias ve Plutarhos, Kiros’un adının "Güneş gibi" (Khurvash) anlamında olduğunu belirtmişlerdir. Kuros Güneş demektir, vash eki ise benzerlik ekidir. Güneş'in Farsça ismi olan khor ile ilişkisine de dikkat çekerler. Kısacası Kiros’un kelime anlamı Güneş gibi demektir. Kiros’un adının Güneş gibi anlamına gelmesi Yüce Allah’ın ayetlerde neden Güneş’i özellikle işaret ettiğinin cevabını verir. 18:86 ayetinde “Ta ki ulaştığı/vardığı vakit battığı yere Güneş’in” buyrulmuştur. Bu ayet için iki farklı ancak benzer analiz yapılabilir:

 

1.     Güneş’in II. Kiros’un kendisini işaret ettiği düşünülürse anlaşılır ki Güneş’in ışıklarının kaybolup battığı yer Pers Kralı II. Kiros’un gücünün yettiği; hükmettiği toprakların en batısındaki yerdir.

2.     Güneş batı yönünden batıp kaybolduğu için Ahameniş İmparatorluğu'nun en batı noktası Güneş’in battığı yer olur.

Her iki analiz de doğrudur. Anlarız ki bu ayette geçen Güneş’in battığı yer Pers Kralı II. Kiros’un hükümdarlığının en batı noktasıdır. Bu yer de Ahameniş İmparatorluğunun en batıdaki satraplığı (eyaleti) olan Anadolu’daki Kapadokya’dır. Satraplık Ahameniş medeniyetinde ülke topraklarının idari birimlere, eyalet benzeri yapılara ayrılması durumudur. Perslerin imparatorluk yönetimini valiliklere bölmesi ve her bölgeye bir vali ataması olarak da adlandırabileceğimiz bir sistemdir. Satraplıkların her birinde bir Pers garnizonu bulunmaktaydı. Bu garnizonlar, bulundukları kavmin ya da ülkenin inançlarını ve geleneklerini devam ettirmelerinin garantisi olmuşlardır.

 

Anlıyoruz ki Zülkarneyn ve ordusu hükümdarlığının en batısına (Güneş’in battığı yere) doğru bir sefer yapmıştır. Hükümdarlığının en batısına (Güneş’in battığı yere) geldiğinde bir su havzası ve bir bataklıkla karşılaşmıştır.

 

Su havzası ve bataklık:

Ayette “ve buldu onu (Güneş’i) uzaklaştı/çekip gitti/battı (Güneş) bir gözede/bir pınarda, bir çamur” buyurulmuştur. Fî aynin hamietin geçişindeki aynin kelimesi göz (pınar, su kaynağı) anlamındadır. Hamietin kelimesi ise bir çamur demektir. Anlarız ki Zülkarneyn hükümdarlığının en batısına geldiğinde gün batımını görmüştür. Güneş ufuktan batarken Zülkarneyn onu seyretmiş olmalıdır. Güneş bir su havzası ve aynı zamanda bir bataklık olan bir yerin içine batıyormuş gibi görünmüş olmalıdır. Deniz kenarlarında nasıl ki Güneş ufuktan sanki denizin içine batıyormuş gibi görünür, Zülkarneyn de Güneş’i bir su havzası ve bataklığın içine batıyormuş gibi görmüş olmalıdır. Anlarız ki Zülkarneyn bir su havzası ve aynı zamanda bir bataklık olan yerin doğusundan bu yere yaklaşmıştır. Ayetlerin Zülkarneyn’in gözünden anlatıldığına lütfen dikkat edin.

 

Ahameniş İmparatorluğu'nun  en batı noktasında yani Kapadokya’da  bulunan bir göze (pınar) ve bataklık:

 

Lydia Kralı Kroisos (Croesus) Pers Kralı II. Kiros’un hükmettiği en batıya yani Ahameniş İmparatorluğu'nun en batı noktası olan Kapadokya'ya saldırdığı için II. Kiros kendisinin hükmettiği en batıya yani Güneş’in battığı yere ordusuyla birlikte ulaşmıştır (varmıştır). 

Zülkarneyn'in (II. Kiros) hükümdarlığını bittiği yerde Güneş'i ufuktan batarken görmüştür. 

Zülkarneyn'in en batıya olan seferi. Güneş'in battığı yer.

Anlarız ki Pers Kralı II. Kiros Kapadokya’ya geldiğinde büyük bir su havzası ve bataklıkla karşılaşmıştır. Ayette göze/pınar ve bataklık birlikte işaret edildiği için bu yer gerçekten büyük ve önemli bir yer olmalıdır. Pers Kralı II. Kiros ordusuyla birlikte doğu tarafından bu bölgeye yaklaştığında, batıya doğru baktığında ufukta bataklık alanlar içeren bu su havzasını görmüş olmalıdır. Öyle büyük olmalıdır ki Güneş ufuktan batarken bu bataklıklı su havzasına batıyormuş gibi görünmüş olmalıdır. 

 

Kapadokya bölgesinde böyle bir su havzası, bataklık bölge var mı?

Kapadokya bölgesinde, günümüz Kayseri’de bulunan Sultan Sazlığı tam da ayetteki işaret edilen göze, pınar ve bataklığın özelliğine uymaktadır. Sultan Sazlığı Yeşilhisar-Develi ovasının ortasında yer alır. Bu sulak alan, güney kesiminde sazlıklarla kaplı tatlı su bataklığı, kuzey kesiminde tuzlu Yay Gölü ve bu alanları çevreleyen arazilerden oluşmaktadır. Sultan Sazlığı sadece Türkiye’nin değil Orta Doğu ve Avrupa’nın en büyük ve en önemli sulak alanıdır. Sultan IV. Murat 1638-39 yıllarında Bağdat’ı ele geçiren Safevîlerin üzerine yürümüştür. Bu seferde ordusunu Sultan Sazlığı’nda 3 ay konaklatmıştır. Bu sazlığın adını bu olaydan aldığı rivayet edilir.

Sultan Sazlığı Avrupa ve Orta Doğunun en büyük sulak alanıdır. En büyük bataklığıdır.   

Tatlı ve tuzlu su eko sistemlerinin yan yana bulunduğu bu bölgede konaklayan kuş türlerinin sayısı 250 civarındadır. Develi kapalı havzasının en çukurunda yer alan Sultan Sazlığı tatlı, tuzlu ve hafif tuzlu açık su yüzeyleri, geniş sazlık ve bataklık alanlar içerir. Bu alanları çevreleyen bol miktarda sulak çayırlar yer almaktadır. Sultan Sazlığı’nın derinliği 2 metre civarındadır. Su seviyesi mevsimlere göre 40-60 cm kadar farklılık gösterir. Bu duruma bağlı olarak sazlığın yüzey alanı genişler veya daralır. Günümüzde bile bu bölgeyi besleyen akarsular üzerine barajlar yapılmış olsa bile bu bölge hâlen bataklık ve sazlık halinde olup çok büyük bir alanı kaplamaktadır. Milli park olarak korumaya alınan bu sazlığın yüzölçümü 243,6 km2dir.

 

Sultan Sazlığı’nda Güneş’in batışı; Güneş sanki bir gözeye, sulak alana batıyormuş gibi görünmektedir. Bir atın üstüne olabilen II. Kiros Güneş'i Sultan Sazlığından batarken görmüştür.

 

Zülkarney Güneş'i bir balçığa, bataklığa batarmış gibi gördü.

 

Su havzası yanında bulunan kavim: Kapadokyalılar

18:86 ayetinde “ve buldu yanında onun (gözenin) bir kavim” buyrulmuştur. Anlarız ki Sultan Sazlığı’nın yani sulak gözenin/pınarın yanında bir kavim vardır. Bu kavim/toplum Kapadokyalılardır. Aşağıdaki resimde Kapadokya Krallığı görülmektedir. Lydia Krallığı ile Media Krallığı MÖ 28 Mayıs 585 tarihinde karşılıklı barış yapmışlardı. Yapılan barışla Kızılırmak nehri iki krallık arasında sınır kabul edilmişti. Kızılırmak nehrinin doğusu Medlerin bir eyaleti şeklinde Kapadokyalılara bırakılmıştı. O dönemde günümüz Yozgat şehrinin Pteria bölgesi Kapadokya’nın başkentiydi.

Bataklık yanında bulunan bir kavim. Kapadokyalılar.

 

Kapadokya bölgesinde yaşayan bu kavme zulmeden kimse kimdir?

Kapadokya bölgesinde yaşayan bu kavme yani Kapadokyalılara acımazca ve haksız şekilde zulmeden kimse yukarıda anlatıldığı üzere Lydia Kralı Kroisos’tur. Bu zulmü durdurmak için ülkesinin en batısına yani Güneş’in battığı yere gelen II. Kiros’a (Zülkarneyn’e) 18:86 ayetinden anladığımıza göre Yüce Allah şu şekilde vahyetmiştir: “Dedik Ey Zülkarneyn! Ya ki azap edersin veya ki tutarsın onlara bir güzellik”. Görüldüğü üzere Zülkarneyn’in önünde 2 seçenek vardır. 1. seçenek zulme karşı çıkmayarak Kapadokyalıların köleleşmesine yani zulme uğramasına dolaylı olarak katkıda bulunmak; dolayısı ile o kavme zulmetmek. Ya da güzel bir yol tutup Kapadokyalıları Lydia Kralı Kroisos’un zulmünden kurtarmak. Bu ayeti iyi anlayamayanlar Zülkarneyn’e masum insanlara, dilediği kavme zulmetme yetkisi verilmiş sanmışlardır. Bu mümkün değildir. Yüce Allah’ın sünnetinde asla bir değişiklik olmaz. Hiçbir resûl masum insanlara zulmetmez, edemez. Aksi takdirde resûl olmaz. Bu ayet mantık ve akıl ile okunduğunda durum netleşir. Zulme uğrayan bir kimseye veya topluma karşı tavır almamak o kimseye veya topluma zulmetmek demektir. 18:87 ayetinden anlıyoruz ki Zülkarneyn bir peygambere yakışanı yapmıştır. Zulme uğramış Kapadokya halkını zulümden kurtarma kararı almıştır.

 

 

 

 

 



18:87.

Dedi: “Zulmetmiş kimseye gelince; öyle ki, yakında azap ederiz ona; sonra geri döndürülür Rabbine; öyle ki, azap eder (Rabbi) ona bilinmeyen bir azapla.


Tevil

Zülkarneyn zulmeden Lydia Kralı Kroisos’a karşı savaş kararı alıyor:

18:87 ayetinde “Dedi: “Zulmetmiş kimseye gelince; öyle ki yakında azap ederiz ona” buyrulmuştur. Arapça gramer olarak bakıldığında azap edilecek kimse tekil ve 3. eril şahıs olarak gelmiştir. Anlarız ki azaba uğrayacak kimse bir kavim değil, bir toplum değil bir kimsedir. Bu da Pers Kralı II. Kiros’un (Zülkarneyn’in) direkt olarak Lydia Kralı Kroisos’u hedef aldığını bizlere gösterir. Doğal olarak II. Kiros (Zülkarneyn)Kapadokya halkına zulmeden Lydia Kralı Kroisos’a karşı savaş ilan etmiştir. Ayetten anlarız ki Zülkarneyn hedefinde hemen başarılı olamayacaktır. Ayetteki “yakında” geçişi önemlidir. Bu da Zülkarneyn’in hedefine ulaşması için belirli bir zaman geçeceğini bizlere bildirir.

 

Aşağıdaki resimde Kroisos tasviri görülmektedir. Kırmızı figürlü amfora, MÖ 500-490 civarı boyanmış. Bu kral zenginliğiyle ün salmıştır.  Lydia Krallığı topraklarındaki altın kaynaklarının fazlalığı nedeniyle Kroisos servetine servet katmıştı. Bu altın günümüz Bozdağ’dan (Tmolos Dağları) çıkan ve dönemin başkenti Sardis’ten geçen Sart Çayı’ndan (Paktolos) elde ediliyordu. Bu krallığın başkenti ülkemizin Manisa ili Salihli ilçesi Sart kasabasında bulunan Sardis antik şehridir. 

 

Aşağıdaki resimde Kroisos tasviri görülmektedir. Kırmızı fi-gürlü amfora, MÖ 500-490 civarı boyanmış.

 

Zülkarneyn’in Kapadokya halkına zulmeden Lydia Kralı Kroisos’a karşı savaş kararı almasıyla birlikte Sultan Sazlığında konaklayan II. Kiros’un ordusu Lydia Kralı Kroisos’un ordusuna doğru harekete geçmiştir. O dönemde Lydia Kralı Kroisos ve ordusu yeni fethettiği Kapadokya’nın başkenti olan Pteria (Yozgat ili/Sorgun İlçesi Şahmuratlı Köyü'nde bulunan Kerkenes Harabeleri) şehrinde ve çevresindedir.

Zülkarneyn II. Kiros'un kavmi kurtarması.

 

II. Kiros Pteria şehrine geldiğinde hâlen bu bölgede olan Lydia Kralı Kroisos’un ordusuyla savaş için karşılaşmıştır. İki ordunun karşılaşması MÖ 547 sonbaharında olmuştur. Pteria yakınlarında yapılan savaşta yenen veya yenilen olmamıştır. Pers Kralı II. Kiros hedefine ulaşamamıştır. Lydia Kralı Kroisos geriye başkenti Sardis’e yani günümüz Manisa’nın Salihli ilçesi, Sart beldesine çekilmiştir. Amacı kış dönemini fırsat bilip güçlenmek, müttefikleri Babilliler, Mısırlılar ve özellikle Spartalılardan destek almaktır. Pers Kralı II. Kiros’un kendisini takip edeceğini düşünmemiştir. Ancak 18:87 ayetine göre Zülkarneyn’in zulmetmiş kimse olan Lydia Kralı Kroisos’un peşini bırakmaya niyeti yoktur. Yakın bir zamanda Zülkarneyn ve ordusu zalim Lydia Kralı Kroisos’a azabı tattıracaktır.

Pers Kralı II. Kiros geriye dönmez ve savaşı devam ettirme kararı alır. Ege bölgesine doğru ordusunu ilerletir. MÖ 547 Aralık ayında Sardis'in kuzeyindeki ovada iki ordu tekrar karşılaşır. Lydia Kralı Kroisos ordusunu olabildiğince takviye etmiştir. Kroisos’un ordusu Pers Kralı II. Kiros’un ordusundan iki kat daha büyüktür. Ancak Pers Kralı II. Kiros zalim Lydia Kralı Kroisos’u buna rağmen mağlup etmiştir (Thymbra Muharebesi). Bu savaş belirleyici olmuştur ve 14 günlük Sardis kuşatmasından sonra şehir düşmüş ve Lydia Krallığı II. Kiros (Zülkarneyn) ve ordusu tarafından ele geçirilmiştir.

 

Pers Kralı II. Kiros (Zülkarneyn) Lydia Kralı Kroisos’u ele geçirdikten sonra ne yaptı, onu öldürdü mü?

18:87 ayetinde “sonra geri döndürülür Rabbine; öyle ki azap eder (Rabbi) ona bir azapla; bilinmeyen” buyrulmuştur. Anlarız ki Zülkarneyn esir düşmüş olan Lydia Kralı Kroisos’u öldürtmemiştir. Zülkarneyn Lydia Kralı Kroisos’a sadece azabı tattırmıştır. Gramer açısından baktığımızda ayette “yureddu” yani “geri döndürülür” fiilinin geniş zaman ve pasif geldiğini görürüz. Bu da bizlere Zülkarneyn’in Lydia Kralı Kroisos’u öldürtmediğini, büyük azabı Yüce Allah’a bıraktığını düşündürür.

Tarihî kayıtlarda, Yunan yazar Herodot'a göre, Pers Kralı II. Kiros savaştan sonra Lydia Kralı Kroisos’a iyi ve saygılı davranmıştır. Hatta onu yanında tutmuş, önemli konularda kendisine danışmıştır.

 

 



18:88.

Ve inanmış; ve düzeltici-iyileştirici-barışa yönelik işler yapmış kimseye gelince; onadır güzel bir ceza/bir karşılık; ve diyeceğiz ona emrimizden kolayını.


Tevil

İnanmış ve düzeltici (barışa yönelik) işler yapmış kimse kim?

Pers Kralı II. Kiros (Zülkarneyn) zalim Lydia Kralı Kroisos’a karşı zafer kazandıktan sonra İonia ve Aiol Krallığı II. Kiros’a elçiler göndermiş ve Kroisos’a nasıl bağlılarsa II. Kiros’a da aynı şekilde bağlı kalacaklarını bildirmişler ve bazı ayrıcalıklı haklar istemişlerdir. II. Kiros zafer öncesi yaptığı teklifi reddettikleri için bu iki krallığın isteğini kabul etmemiştir. 12 İonia kentinden sadece tek bir kente özel haklar tanımıştır. Bu da Miletus yönetimidir. II. Kiros Lydia Krallığı’nı ele geçirdikten sonra burada yaşayan insanlara tanıdığı hakların aynısını Miletoslulara da tanımıştır. II. Kiros neden böyle bir ayrıcalık tanısın? Muhtemeldir ki Kroisos ile II. Kiros arasındaki savaştan önce Miletus’un başındaki kişi Kroisos’un yaptığı zulme karşı çıkmış olmalıdır. Savaş öncesi II. Kiros’un bu küçük yönetimlere yaptığı “Lydia Kralı Kroisos’un zulmüne ortak olayın; benim yanımda yer alın” teklifine diğer yönetimler gibi hayır dememiş olmalıdır.

 

Herodot’a göre Miletuslular II. Kiros’tan korkmazlardı. II. Kiros’un komutanı olan Harpagos İonia kentlerini savaşarak ele geçirmiştir. Sadece Milatoslular II. Kiros’un onlara sağladığı haklar nedeni ile Harpagos ile savaşmak zorunda kalmadılar. Açıkça görülüyor ki II. Kiros’un batı seferinde bir yönetime (Milatos) güzel bir karşılık vermiştir. II. Kiros bu halka karşı iyi ve güzel emirler vermiş oluyor. II. Kiros’un komutanı Harpagos savaşarak Karialıları, Kaunosluları ve Lykialıları Pers Hükümdarlığı’na katar.

Miletus’un II. Kiros’un bizzat kendisi ve emrinde olan Harpagos tarafından ayrıcalıklı bir muameleye muhatap olması gerçekten dikkat çekicidir. 18:88 ayetinde işaret edilen, inanmış ve düzeltici (iyileştirici, barışa yönelik) işler yapmış bu kimse Miletus kentinin MÖ 547 tarihinde (Lydia Krallığı’nı düştüğü tarihte) yöneticisi olan kimse olabilir.



18:89.

Sonra, tabi oldu bir sebebe.


Tevil

Doğuya olan sefer “sonra, tabi oldu bir sebebe.”

18:89 ayetinde Zülkarneyn’in bir başka sebeple yani bir başka gerekçeyle hükmettiği toprakların en doğusuna bir sefer düzenlediği anlaşılıyor. Muhtemeldir ki bu sebep Lydia Kralının masum insanlara zulmetmesi gibi masum insanlara zulmeden bir kimse veya kimseler için yapılmıştır.

 



18:90.

Ta ki ulaştığı/vardığı zaman doğduğu yere Güneş’in; ve buldu onu (Güneş’i); doğdu (Güneş) üzerine bir kavim; asla yapmayız onlara onun (Güneş’in) astından bir örtü/bir siper.


Tevil

Zülkarneyn hükmettiği toprakların en doğusuna sefer düzenliyor:

Lydia’nın fethedilmesinden sonra Pers Kralı II. Kiros (Zülkarneyn) ülkesinin en doğusuna yani Güneş’in doğduğu yere seferler düzenlemiştir. Yukarıda anlatıldığı üzere Güneş’in battığı yer nasıl anlaşılması gerekiyorsa Güneş’in doğduğu yer de aynı şekilde anlaşılmalıdır. Böylece anlarız ki Güneş’in doğduğu yer Pers Kralı II. Kiros’un hükümdarlığının en doğu noktasıdır. Pers Kralı II. Kiros MÖ 545 ile MÖ 540 yılları arasında en doğuya bir sefer düzenledi. Doğudaki Gedrosia'ya karşı sefer düzenlemeye çalıştı ancak yenildi ve geri çekilmek zorunda kaldı. Gedrosia'daki başarısız girişimin ardından Pers Kralı II. Kiros, Baktriya, Arachosia, Sogdia, Saka, Chorasmia, Margiana ve doğudaki diğer vilayetleri ele geçirdi. MÖ 533'te Pers Kralı II. Kiros, Hindukuş dağlarını geçti ve İndus şehirlerini kendisine bağladı. Bu nedenle, Pers Kralı II. Kiros muhtemelen Hindistan'da vasallığa sahipti.

Zülkarneyn Güneş'in doğduğu yere gider.

 

Ülkesinin en doğusuna gelen Zülkarneyn seher vaktinde ufukta Güneş’i bir kavim üzerine doğarken görüyor;

Ayette “doğdu (Güneş) üzerine bir kavim; asla yapmayız onlara onun (Güneş’in) astından bir örtü/bir siper.” buyrulmuştur. Bu toplumda yaşayan insanların çıplak olduğunu anlıyoruz. Kadınlı erkekli, çoluk çocuk hepsi çıplaktır. Anlıyoruz ki Zülkarneyn’in rastladığı kavim antik Gedrosia'daki (Gedrosya’daki) günümüzdeki Belucistan ve Hindistan bölgesindeki ilkel kabilelerdir. Bu ilkel kabileler antik dönemde “balık yiyenler (Ichthyophagi)” olarak isimlendirilmiştir. Zülkarneyn’den çok sonra Büyük İskender'in (MÖ 356-323) doğu seferinden ülkesine dönüşü sırasında amirali Nearchus, Ichthyophagi “balık yiyiciler” adlı bir ırkın Gwadar ve Pasni bölgelerinin (Balochistan kıyıları) kıyılarında yaşadığından bahsetmiştir. 4. yüzyıl Peutinger Haritasında Belucistan sahil halkı olarak tanımlanırlar. Bu tür kabilelerin varlığı, bir İngiliz kâşif olan Sir Richard F. Burton tarafından doğrulanmıştır.

Tarihçi Herodot da Babillilerin hükümdarlık toprakları içinde sadece balık yiyen üç kabileden bahsetmiştir. Mutlak anlarız ki II. Kiros döneminde de sadece balık yiyen, nehir ve deniz kenarlarında yaşayan ilkel kabileler varmış.

 

18:90 ayetinde geçen “lem” edatı önemlidir. Yüce Allah ‘asla yapmayız onlara onun (Güneş’in) astından bir örtü/bir siper.’ buyurmuştur. Yüce Allah “lem” edatı kullanmış ise o eylemin asla ama asla gerçekleşmediğini ve asla gerçekleşmeyeceğini anlarız. 18:90 ayetinden anlarız ki bu bölgedeki bu kabilelerin varlığı kıyamete kadar devam edecektir. Onlarla Güneş arasına bir siper (örtü) koyulmayacaktır. Yani modern insanlar gibi kıyafet asla giymeyeceklerdir. Günümüzde de bu bölgelerde çıplak kabileler var mı? Evet, var. Günümüz Hindistan ülkesine yakın bölgelerin bazı adalarında Zülkarneyn’in gördüğüne benzer ilkel kabileler hâlen yaşamaktadır. Modern insanın vücudunda yerleşik hâlde bulunan virüs ve bakteriler bu ilkel kavimlerin insanları için ölümcül enfeksiyonlara neden olabilir. Bu nedenle bu kavimlerle temas yasaklanmıştır. Yakın zamanda bir Amerikalı maceraperest bu kavimlerden bir tanesiyle temas kurmuş ancak bu ilkel kavim kâşifi öldürmüştür. Etini de yedikleri düşünülmektedir. Yüce Allah’ın Kur’an ayetleri her daim doğrudur. Bu bölgede kıyamete kadar giysi giymeyen kabileler yaşayacaktır. Hindistan’a bağlı Kuzey Sentinel Adasında bu satırlar yazılırken bile Yüce Allah’ın kendilerine Güneş’in astından bir siper yapmadığı yani çıplak olan ilkel kavimler yaşamaktadır. Bu kavimler bu şekilde yaşamaya devam da edeceklerdir.

Aşağıdaki resimde Kuzey Sentinel Adasında yaşayan çıplak yaşayan ilkel bir kavim gösterilmiştir.

 

 

 



18:91.

İşte böyledir; ve muhakkak kuşattık yanındakini onun; bir bilgi/bir ilim.


Tevil

Yüce Allah Zülkarneyn’in yanında olan bir şeye dikkat çekiyor. Bunun ne olduğu konusunda bir fikir yürütmek zor. En doğrusunu Allah bilir. Ancak tahmin edebiliriz. II. Kiros’un sahip olduğu bilimden bu kavme aktarmak istemiş olması muhtemeldir. II. Kiros döneminde insanlığın sahip olduğu gelişmelerden bazılarının bu ilimsiz kavme aktarıldığı düşünülebilir.



18:92.

Sonra tabi oldu bir sebebe.


Tevil

Zülkarneyn için yine bir sefer sebebi (gerekçesi) ortaya çıkmıştır. Mutlak ki yine masum insanlara haksız yere zulmeden kimseleri durdurmak için Zülkarneyn harekete geçmiştir.



18:93.

Ta ki ulaştığı/vardığı vakit arasına iki set; ve buldu ikisinin (iki seddin) astından bir kavim; olmazlar anlarlar bir söz.


Tevil

Yüce Allah Güneş’in doğması ve batması geçişiyle Ahameniş İmparatorlu’ğunun en batısını ve en doğusunu işaret etmiştir. Kuzey veya güney yönüyse Güneş’in pozisyonuna göre belirlenemez. Bu nedenle Güneş’le ilgili bir ifade kullanılmamıştır. Kalbinde hastalık olan bazı kimseler Kur’an’da kuzey veya güney yönlerinin zikredilmemesini Kur’an’ın ilahi olmadığına bir kanıt olarak getirmeye çalışırlar. Bu kesinlikle yanlıştır. Kur’an evrenseldir. Kuzey ve güney yönünü Dünya’nın manyetik alanı belirler. Ancak kuzey ve güney yönleri insanların belirlediği bir kavramdır. Birleşmiş milletler bir karar alsa bugün kuzey yöne güney, güney yöne ise kuzey denilecek dese bu konuda hiçbir sorun olmaz. Ayrıca Dünya’nın manyetik alanı da binlerce yılda yön değiştirmektedir. Binlerce yıl sonra şu an için kullandığımız pusulalar kuzey yününü güney olarak, güney yönünü de kuzey olarak gösterecektir. Doğu ve batı için durum böyle değildir. Dünya’nın oluşmasından beri yani 4,6 milyar yıldır durum hiç değişmemiştir. Kıyamete kadar da asla değişmeyecektir. Güneş’in doğduğu yer her zaman doğu yönü olacaktır. Güneş’in battığı yer de her zaman batı yönü olacaktır. Bir milyon yıl sonra Kur’an’ı okuyan bir kimse de ayetlerdeki doğu ve batı yönünü anlamış olacaktır. Bu da elbette Kur’an’ın büyük bir mucizesidir. Kur’an’da asla çelişki olmaz.

 

Anlarız ki Zülkarneyn’in diğer bir seferi doğu veya batı yönünde değildir. Elimizde 2 şık kalıyor. Zülkarneyn kuzey ya da güney yönüne doğru bir sefer yapmıştır. Yüce Allah ayette öyle bir işaret veriyor ki bizlere bu yerin neresi olduğunu bildiriyor.

 

Anlarız ki Zülkarneyn halihazırda var olan iki set tarafına doğru bir sefer yapmıştır. Set niçin yapılır? Bir geçidi geçilmez yapmak için geçidin en dar ve en uygun yerine bir set yapılır. Geçit kapatılır. Böylece geçit kullanılamaz hâle gelir ve set iki bölgeyi birbirinden ayırır. Böylece saldırılara karşı, düşmana karşı bir kalkan yapılmış olur. Öyleyse bizim aramamız gereken yer bünyesinde 2 geçit bulunduran bir yer olmalıdır. İki coğrafyayı birbirinden ayıran, iki geçide sahip bir yer aramamız gereklidir. Dünya haritasına baktığımızda tüm insanlık için çok önemli olan iki geçit hemen dikkat çeker. Bu iki geçit büyük Kafkas Dağlarındaki Derbent ve Daryal geçitleridir. Kafkas Dağları yükseklikleri ve geçit vermez özellikleri nedeniyle Kuzey Kafkasya ile Güney Kafkasya’yı birbirinden tam olarak ayırır. Büyük Kafkas Dağları yaklaşık 1200 kilometre uzunluğunda ve 110-180 kilometre genişliğindedir; bu sıradağların en yüksek noktaları orta kesimdeki Elbruz (5642 metre) ve Kazbek (5033 metre) doruklarıdır. İki coğrafyayı kesin bir şekilde ayıran bu yüksek dağları geçmenin ancak 2 yolu vardır. Yüce Allah’ın doğal olarak oluşturduğu Derbent ve Daryal geçitleri. Bu doğal geçitleri birçok kavim Kuzey Kafkasya’dan Güney Kafkasya’ya geçmek için kullanmıştır. Bu geçitlere kavimler kapısı denir. Ayetten anladığımıza göre bu geçitleri kontrol eden iki set hâli hazırda zaten mevcutmuş.

 

Zülkarneyn iki seddin astında yaşayan bir kavimle karşılaşıyor:

Ayette “ve buldu ikisinin (iki seddin) astından bir kavim” buyrulmuştur. Bu iki seddin Kafkas Dağlarındaki Derbent ve Daryal geçitlerinde yapılmış olan kapılar olduğu ortadadır. Bu setlerden bir tanesi Derbent şehrindedir. Derbent günümüzde Dağıstan'da yer alan tarihî bir şehirdir. Derbent’in bu tarihî yapıları UNESCO tarafından 2003 yılında dünya mirası olarak kabul edilmiştir. Hudûd el-âlem min el-maşrik ila el-mağrib (حدودالعالممنالمشرقالیالمغرب) adındaki el yazması kitapta Derbent ”Kapıların kapısı” anlamına gelen “Bâb el-Abvâb” olarak isimlendirilir. Bu geçit Kafkasya'nın kuzeyini güneyine bağlayan en önemli yollarından birisidir. Tarih boyunca kavimlerin kuzeyden güneye ve güneyden kuzeye geçişleri bu bölgeden olmuştur. Derbent kelimesi Farsça bitişik geçiş anlamına gelen Darband [Farsça: دربند(dar kapı) + band: parmaklık kelime anlamı ile (parmaklıklı kapı)] kelimesinden türetilmiştir.

Arapça metinlerde şehir "Bāb al-Abwāb" (Arapça: بَابٱلْأَبْوَاب) sade bir şekilde "al-Bāb" (Arapça: ٱلْبَاب) ya da "Bāb al-Hadid" (Arapça: بَابٱلْحَدِيد) demir kapı olarak geçer. Hazar Denizi ile Kafkas Dağları arasında olan üç kilometrelik dar bir arazi şeridindeki konumu, tüm Kafkasya bölgesi için stratejiktir. İnsanlık tarihinin her döneminde bu geçit önemli olmuştur. Bu geçidin kontrolünü ele geçirenler Avrasya stepleri (bozkırları) ile Orta Doğu arasındaki kara trafiğini kontrol edebilmişlerdir. Diğer set (sur, duvar) ise Kafkas Dağları’nın kullanılabilir diğer tek geçidi olan Daryal Geçidi üzerindedir. Daryal Geçidi bazı noktalarda 20-25 metre genişliğe kadar daralmaktadır.

Aşağıdaki resimde bu iki geçit gösterilmiştir. Bu iki geçidin stratejik olarak ne kadar önemli olduğunu görüyorsunuz. Yüksek Kafkas Dağları sadece 2 dar yerde geçişe izin veriyor. Derbent ve Daryal geçitleri.

Daryal ve Derbent geçitleri. Zülkarneyn'in iki set arasına gelmesi.

 

Bu iki seddin astında yani rakım olarak daha alçağında bir kavim vardır.

 

Kafkasya antik dönemde de Güney Kafkasya ve Kuzey Kafkasya olarak ikiye ayrılmaktaydı. Güney Kafkasya çok verimli topraklara sahipti. Kafkas Dağlarından çıkan nehirler Güney Kafkasya topraklarını besliyordu. Bu bölge başta demir ve bakır olmak üzere değerli madenler bakımından da çok zengindi.

 

İki set arasında bir yere ulaşma:

Yüce Allah 18:93 ayetinde ‘Ta ki ulaştığı/vardığı vakit arasına iki set’ buyurmuştur. Anlarız ki Zülkarneyn (II. Kiros) Derbent ve Daryal geçitlerinin arasında olan bir yere gelmiştir. II. Kiros bu bölgeye güneyden yaklaştığına göre 2 set arasında olan bölge mavi renkli kalemle çizilen bölge olmalıdır (aşağıdaki resim).

İki set arasında yaşayan bir kavim.

 

Pers Kralı II. Kiros’un (Zülkarneyn’in) yaşadığı zamanda bu iki geçidin yani Derbent ve Daryal geçitlerinin daha alçağında (rakım olarak) hangi kavim yaşıyordu?

Sorunun cevabını bulmak için yukarıdaki resimde mavi çizgiyle gösterilen alanda II. Kiros döneminde hangi kavimler (toplumlar) yaşıyordu incelemek gereklidir. II. Kiros döneminde bu bölgede Utians yani Udinler yaşamaktaydı. Tarihçi Herodot Ahameniş İmparatorluğu’na vergi veren toplumları sayarken Udinleri de saymıştır.

 

Udinler Kafkasya'nın en eski yerli halklarından olup günümüzde çoğunlukla Rusya ve Azerbaycan'da, daha küçük nüfuslarıyla da Gürcistan, Ermenistan, Kazakistan, Ukrayna ve diğer ülkelerde yaşamaktadırlar. Günümüzde toplam sayıları yaklaşık 10.000 kişidir. Kuzeydoğu Kafkas dil ailesine ait olan nadir bir dil olan Udi dilini konuşurlar. Klasik tarih yazarlarına göre Udinler doğu Kafkasya'da Hazar Denizi kıyısı boyunca, kuzeyde Kura (Kür) Nehri'ne kadar uzanan bir bölgede yaşıyorlardı. Bu toplum Gürcüler ve Ermeniler arasında asimile olmuşlardır. Bir kısmı Azeri dilini benimsemiş ve Müslüman olmuşlardır. Bazıları Hristiyan inancını benimsemiştir. Ermeni Apostolik Kilisesinin sadece Ermeni dilinde ayinler düzenlemesine yerel bir Udi rahibinin ilginç bir çıkışı çok dikkat çekicidir.

 

II. Kiros’un 2 set arasına olan seferi. Udinler ile karşılaşması.

 

II. Kiros'un kuzeye olan seferi.

 

Udinlerin sözden anlamamaları;

II. Kiros birçok sefer yaptı, birçok kavimle karşılaştı. Elbette bu kavimlerin dilleri II. Kiros’un konuştuğu dilden farklıydı. Bu toplumlarla barış antlaşmaları da yapıldı. Savaşlar da yapıldı. Mutlaktır ki II. Kiros dilleri farklı olan birçok kavimle resmi olarak görüştü ve bu görüşmeler yazıya da döküldü. Mutlak ki antik dönem imparatorluklarında da günümüzde Dışişleri Bakanlıkları bünyesinde çalışan resmî tercümanlar gibi tercümanlar mevcuttu. Aksi düşünülemez. Ordunun gittiği her yere bu tercümanlar da gitmiş olmalıdır. Dili farklı olan bir kavme uygulanacak savaş şartları, teslim olma şartları, barış şartları gibi şeyler mutlak ki bu tercümanlar tarafından II. Kiros’un dilinden diğer dile çevrilmiştir. Tercümanlar dili farklı olan kraldan aldıkları mesajı mutlak ki II. Kiros’a kendi dilinde anlatıyorlardı. 18:98 ayetinden anladığımıza göre bu kavim hiçbir dilden anlamıyor. II. Kiros’un dev ordusunun içinde yer alan resmî ordu tercümanları bu kavmin dilini bir türlü anlamıyorlar. Bu kavim de II. Kiros’un konuştuğu dili anlamıyor. Her iki dili bilen ve aralarında çeviri yapabilecek bir tercüman yok. Bu nokta çok önemlidir. Anlarız ki bu kavmin konuştuğu dil yeryüzünde konuşulan dillerin en nadir olanlarından birisi olmalıdır.

 

Pers Kralı II. Kiros’un (Zülkarneyn’in) konuştuğu dil neydi?

Biliyoruz ki Pers Kralı II. Kiros’un kurduğu Ahameniş İmparatorlu’ğu eski Farsça konuşmaktaydı. Bu dil imparatorluk sınırları içerisinde çok geniş bir coğrafyada konuşulmuştur. Özellikle imparatorluğun resmi dili olduğu dönemde daha da yaygınlaşmıştır. 18. yüzyılda bile İngilizler yasaklayana kadar Hindistan'daki mahkemelerde resmî dil Farsçaydı. Eski Farsçaya dair bilinen en eski örnek Behistun Yazıtları’dır. Bu yazıtlar MÖ 500'lerde Ahameniş İmparatorluğu Dönemi’nde yazılmıştır. Eski Farsça, önceleri çivi yazısıyla yazılmış daha sonra da Pehlevi alfabesiyle yazılmaya başlanmıştır. Ahameniş İmparatorluğu'nun resmî dillerinden birisi olmuştur. Günümüze sadece taş üzerine oyulmuş örnekleri kalmıştır.

Eski Farsça Hint-Avrupa ana dil grubuna aittir. Bu ana grubun alt grubu olan Hint-İran koluna aittir. Antik dönemde Medler de eski Farsça konuşuyorlardı. II. Kiros’un konuştuğu eski Farsçanın dahil olduğu Hint-İran dili günümüzde bile çok sayıda insan tarafından konuşulmaktadır.

 

Udinler hangi dili konuşuyorlardı?

 

Udinlerin dilleri yeryüzünde çok az insanın konuştuğu Kuzeydoğu Kafkas dillerine ait bir lehçe olan Udinceydi. Udi dili Kuzeydoğu Kafkas dilleri ana grubuna aittir. Alt gruplar olarak Lezgic, bir alt grup Samur ve bir alt grup doğu grubuna dâhildir.

 

Eski çağlarda Udi dilinin konuşulduğu bölge aşağıdaki resimde gösterilmiştir.

 

Udince; sözden anlamayan kavim kimlerdi?

 

Görüldüğü üzere Udinlerin konuştukları dil olan Udince çok az insanın konuştuğu bir dildir. Yeryüzüne yayılmış olan ve günümüzde milyarlarca insan tarafından konuşulan Hint-Avrupa, Ural-Altay, Bantu, Çin-Tibet ve Hami-Sami dillerine göre çok izole kalmıştır. Udince günümüzde bile ancak yaklaşık 5-10 bin kişi tarafından konuşulmaktadır.

 

Daryal Geçidi’ndeki seddin izleri:

2013 yılında bölgeyi araştıran 3 arkeolog (Eberhard Sauer, Lana Chologauri ve Davit Naskidashvili) ilginç keşifler yaptılar. Zorlu şartlar altında yapılan yolculuk sonrası keşiflerini Current World Archaeology dergisinde “Hazar Kapıları: Antik Dünyanın En Ünlü Dağ Vadisini Keşfetmek” (The Caspian Gates: Exploring the most famous mountain valley of the ancient World) başlığı ile yayınladılar. Bu araştırmacıların sonuçları şu şekilde özetlenebilir:

Kalenin duvarları günümüzde bile görülebilmektedir. Bu kale ilk kez kimin tarafından yapıldı veya bu kaleden başka kale ve surlar var mı bilinmiyor. Arkeolojik kazılara ihtiyaç var. Ancak Gürcü kayıtlarına göre İberya (Doğu Gürcistan) krallarının MÖ 2. yüzyılın başlarında burayı kontrol ettiklerini iddia etmektedir.

 

Daryal kalesinin duvarlarından bir kısmı görülmektedir. Resim Eberhard Sauer ve ark.nın makalesinden alınmıştır.

 

 

 

 

Duvarın kalıntıları görülmektedir. Resim Eberhard Sauer ve ark.nın makalesinden alınmıştır.

 

 

Derbent Geçidi’nde bir set var mı?

 

Bu bölgede yapılan arkeolojik kanıtlar, muhtemelen İskit akınlarının etkisi altında, MÖ 8. yüzyılın sonlarında Derbent tepesinde müstahkem (tahkim edilmiş, korunmuş) bir yerleşimin kurulduğuna işaret etmektedir. Bu yerleşim başlangıçta tepenin sadece daha korunaklı olan kuzeydoğu tarafını (yaklaşık 4-5 hektar) kapsıyordu, ancak MÖ 6.-4. yüzyıllarda tüm yüzeyi (yaklaşık 15 hektar) kaplayacak şekilde genişletildi. Bu yerleşimin duvarları yaklaşık 2 metre yüksekliğinde ve maksimum 7 metre kalınlığındaydı ve dönem boyunca tekrarlanan yıkım ve yeniden inşa kanıtları vardı. Bu dönem II. Kiros’un yaşadığı dönemle uyumludur. Arkeolojik çalışmalar İskit istilası öncesi de MÖ 9. ve 6. yüzyıllar arasında savunma amaçlı yapıların inşa edildiğini göstermiştir.

 

Kafkasya ve halkları isimli 1887 basım kitaptan; Derbent duvarı harita üzerinde gösterilmiştir. (Ölçek 1/360,000)

 

 

Kitaba göre duvar Derbent'in kendisinde başlar, Hazar Denizi'nin kıyısından sarp kayalık dağlara kadar uzanır. Yüzlerce adım genişliğindedir. Batıya doğru dik yükselen kayalık dağları genellikle dolambaçlı bir yönde izler. 600 metre ve daha fazla yüksekliğe kadar uzanan dağ sırasının iç kısımlarına doğru devam eder. Duvarın uzunluğu yaklaşık 60-70 kilometredir. Bu duvar güneyi kuzeyden ayırıyordu. Sadece güçlü bir halk ve enerjik bir hükümdar böyle bir yapı inşa edebilirdi.

 

Derbent geçidinin Pers İmparatorluğu’ndaki durumuyla ilgili bir çizim. (Pers İmparatorluğu'nda Derbent) başlıklı illüstrasyon. Jacob Peeters tarafından 1690 yılında yayımlanmıştır.

 


 

 

 

 


 

 

 

 

 



18:94.

Dediler: “Ey Zülkarneyn! Doğrusu, Yacuc ve Macuc; fesatçılar/bozguncular yerde/yeryüzünde; öyleyse, yapar mıyız sana bir haraç, üzerine ki yaparsın bizim aramız ve onların arasına bir set?


Tevil

Ayetten anlaşılıyor ki Yacuc ve Macuc isimli 2 kavim yeryüzünde yani yerde fesat çıkarıyorlar, bozgunculuk yapıyorlar. Mutlak ki bu iki kavim bozguncu bir karaktere sahiptir. Daha doğrusu bozgunculuk yapmaya alışmış, bozgunculukla geçimini sağlayan bir kavimdir. “fîl ardı” kelimesinin kullanılması bu iki kavmin sadece Udinlerin bulunduğu yerde değil başka yerlerde de bozgunculuk yaptığını işaret eder.

18:94 ayetinde ‘yaparsın bizim aramız ve onların arasına bir set?’ buyrulmuştur. Udinler bu iki kavme karşı bir set yapılmasını Zülkarneyn’den istediğine göre anlarız ki bu iki fesatçı kavim Kuzey Kafkasya’da yaşamaktadır. Öyleyse bu kavimleri bulmak için yapmamız gereken şey Kuzey Kafkasya’dan Güney Kafkasya’ya geçiş yapan ve amaçları bozgunculuk yapmak olan hatta bozgunculukları (fesatçılıkları) artık bir karakterleri olmuş olan kavimleri incelemektir.

Tarihî kaynaklara baktığımızda iki kavim ön plana çıkar. Bunlar Kimmerler ve İskitlerdir. Ayette sıralama “Yacuc ve Macuc” şeklindedir. Anlarız ki ilk bozguncular “Yacuc” olmalıdır. Ardından gelen bozguncular da “Macuc” olmalıdır.

 

Kimmerler “Yacuc” kavmidir;

Kimmerler MÖ 7. yüzyılın başlarından itibaren Kuzey Kafkasya’dan Kafkas Dağlarındaki Derbent ve Daryal geçitlerini kullanarak Güney Kafkasya’ya ve oradan da Anadolu'ya taşındılar. Geniş bir bölgede gerçekten bozgunculuk yaptılar. Ayette işaret edildiği gibi fesatçılık yaptılar. Gittikleri her yere acı götürdüler. Haksız olarak saldırma, yağmalama, ele geçirme, mallara el koyma ve ele geçirdikleri topraklarda daha önceden yaşayan halka zulmetme bu kavmin özelliğiydi. Kimmerlerin kılıç kullanmada, ok atmada ve balta kullanmada usta olduğu bilinmektedir. Kimmerlerden ilk söz eden Homeros Kimmerlerin ıssız dünyanın karanlık ve sisli ülkesinde yaşadıklarını yazmıştır. Bitmek tükenmez akınlarıyla Frigya-Muşki Krallığı’nın parçalanmasına sebep oldular. MÖ 696'da Frigya başkenti Gordion’u yağmaladılar. On yıllar boyunca Küçük Asya'nın Yunan şehir devletleri, Lydia Krallığı ve Asur İmparatorluğu için büyük bir tehdit oluşturdular. Kimmerler, Asur Kralı Esarhaddon tarafından MÖ 679 yılında Hubuşna (Ereğli) bölgesinde bozguna uğratıldıktan sonra daha batıya yönelerek Lydia’yı tehdide başladılar. Görüldüğü üzere bu bozguncu kavmin akınları bitmek tükenmek nedir bilmeden devam etmiştir. Uzun yıllar boyunca Derbent ve Daryal geçitlerini kullanarak akın akın Küçük Asya’ya geçişleri devam etmiştir. Elbette bozgunculuk yapmak için. Ele geçirdikleri kentleri yağmalamak için. MÖ 610-560 yılları arasında Lydia Kralı olan Alyattes Kimmerleri yenmiştir.

 

Antik bir vazoda kimmerli askerlerin gösterilmesi. Yacuc kavmi

 

Kimmerlerle ilgili genetik çalışmaların büyük işareti:

 

Ekim 2018'de “Science Advances” isimli bir bilimsel dergide yayımlanan genetik bir çalışmada, MÖ 1000 ila 800 yılları arasında gömülmüş olan üç Kimmerlinin kalıntıları incelendi. Antik mezarlardan alınan diş ve kemik örneklerinden DNA elde edildi. İki Kimmerlinin Y-DNA (Babadan gelen DNA) örneği R1b haplo grubunun varlığını gösterdi.

 

Günümüzde R1b haplo grubuna sahip insanların dağılımı aşağıda gösterilmiştir. Daha koyu alanlar Kimmerlerle daha ilişkili toplumları gösterir.

 

Günümüzde Yacuc kavmi soyundan gelenler.

 

Diğer Kimmerlinin Y-DNA örneği ise Q1 haplo grubunun varlığını göstermiştir.

Yacuc kavmi Kimmerlerdir.

 

İskitler “Macuc” kavmidir;

Ayette Kimmerler sonrası yani ‘Yacuc’ kavmi sonrası zikredildiği için bu kavmin de Kimmerlerden sonra akın akın bu geçitlerden geçerek bozgunculuk yaptıkları anlaşılır.

Lydia Kralı Alyattes’in Kimmerleri yenmesinden sonra bu bölgeye olan bozguncu (fesatçı) akını durmamıştır. Kimmerlerin akrabaları olan hatta kardeş kavim olarak tanımlanabilecek olan başka bir bozguncu kavim Derbent ve Daryal geçitlerini kullanarak Güney Kafkasya’ya bitmek tükenmek bilmeyen akınlar yapmışlardır.

Bu bozguncu kavim İskitlerdir. İskitler MÖ 8. yüzyıl ile MS 3. yüzyıl arasında Avrupa'nın doğusunda (Kırım ve Pontik bozkırları) yaşamışlardır. Hint-İran (eski ismi ile Aryan) kökenlidirler.

İskitlerin yaptığı seferler gösterilmiştir.

İskitlerin yaptığı seferler gösterilmiştir 

 

 

 

İskitler atlı okçulardı. İskitlerin en bilinen silahları bileşik yaydı. Ayrıca kısa kılıç ve mızrak da kullanmışlardır. Erkekleriyle birlikte kadınlarının da savaştığı bilinmektedir.

Tarihçi Herodot kitabında İskitlerin yaşadığı bölgedeki insanların kızıl saçlı ve gri gözlü olarak tanımlamıştır. Bir tıp doktoru Hipokrat ise İskitlerin açık tenli olduğunu söylemiştir. MÖ 3. yüzyılda Yunanistan’da yaşamış olan şair Kallimakhos ise İskitlerin yaşadığı bölgedeki insanların açık renkli saçlı oldukları tarif etmiştir. İskitleri kızıl saçlı, sarışın, mavi-gri gözlü ve uzun kimseler olarak tanımlayanlar da vardır (4. yüzyıl tarihçisi Romalı Ammianus Marcellinus, Bergamalı Galen, Yunan filozof Marcus Antonius Polemon, İskenderiyeli Klement).

Epiktetos'un İskit okçusunu resmettiği kırmızı figürlü bir Attika vazosu, MÖ 520-500

Epiktetos'un İskit okçusunu resmettiği kırmızı figürlü bir Attika vazosu, MÖ 520-500

 

İskitlerle ilgili genetik araştırmalar ne diyor?

Antik dönemde yaşamış olan 16 İskit erkeğinin Y-DNA analizleri göstermiştir ki R1a haplo geni %43 oranında, I haplo geni %27 oranında saptanmıştır. Bu iki haplo grubuna birlikte sahip olan insanların günümüzde daha çok Ukrayna bölgesinde yaşadığı bilinmektedir. Çalışma ayrıca çok önemli bir sonuç sunmuştur. 16 İskit erkeğinin hiçbirinde haplo grup N tespit edilmemiştir. Haplo grup N Volga-Ural bölgesi ve Batı Sibirya'nın yanı sıra Moğollar ve Altaylılar arasında yaygın görülür. Haplo grup N’e Türkî topluluklarda sıkça rastlanılmaktadır. Türklerin en eski boylarından biri olup kendilerine Saha adını veren Yakutlar ve Rusya'nın Tuva Cumhuriyeti'nde ve Moğolistan'ın kuzeyinde yaşayan bir Türk halkı olan Tuvalar gibi Kuzey Rusya’da yaşayan Türk halklarda %75 gibi yüksek oranlarda bulunur. Türkmenlerde %10, Kırgızlarda %3, Azerilerde %5 gibi oranlarda bulunmaktadır. Haplo grup N oranı Türkiye Türklerinde %10'dan fazladır. Türkiye’de bulunan bir Türkmen köyü olan Afşar köyünde %30 gibi yüksek sayılabilecek oranda N1b haplo grubuna rastlanmıştır. Bilimsel genetik verilere göre kesin olarak söyleyebiliriz ki ne Kimmerler ne de İskitler Türk değildir.Kimmerler ve İskitlerin akraba oldukları her ikisinde de R1a haplo grubunun daha yüksek oranda varlığından anlaşılır. Ayette geçen “Yacuc ve Macuc”isimlerinin birbirine benzemesi bu iki kavim arasında benzerlik yani yakın akrabalık olduğunun bir göstergesi olabilir.

Günümüzde R1a haplo grubunun dağılımı gösterilmiştir. Daha koyu olanlar daha yüksek oranı gösterir.

 

Yacuc ve Macuc kavimleri Türkler değildir!

Çok yeni bilimsel genetik verilerden açık ve net olarak görüldüğü üzere hem Kimmerler (Yacuc) hem de İskitler (Macuc) Türkler değildir. Uydurulmuş Yacuc-Macuc hadislerinin ima ettiği gibi Türkler kesinlikle değildir. Kur’an’ın dikkatli ve bilimsel verilerle okunması her zaman Yüce Allah’ın izniyle gerçeklerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu noktada da gerçekler ortaya çıkmıştır.

 

Fesatçı kavimler olan Yacuc ve Macuc’dan korunmak için seddin tamir edilmesi;

18:94 ayetinde “...öyleyse, yapar mıyız sana bir haraç; üzerine ki yaparsın bizim aramız ve onların arasına bir set? buyrulmuştur. Udinler bu fesatçı kavimlerin saldırılarına karşı Zülkarneyn’den yardım istemiştir. Biri veya her ikisi görev yapamayan setlerin tamir edilmesini veya güçlendirilmesini istemektedir. Bu hizmet için Zülkarneyn’e bir pay yani bir haraç teklif etmişlerdir.

 

 

 

 

 

 



18:95.

Dedi: “İçinde güçlendirdiği/kuvvetlendirdiği Rabbimin, hayırlıdır; öyle ki yardım edin bana bir kuvvetle; yaparım sizin aranızla ve onlar arasına bir duvar/bir set/bir baraj.


Tevil

Zülkarneyn onların vereceği haracın önemsiz olduğunu, onların vereceği haraca ihtiyacı olmadığını, Yüce Allah’ın kendisini zaten güç ve kuvvet içinde kıldığını, bunun kendisine verilecek olan haraçtan daha hayırlı olduğunu bildirmiştir.

Anlıyoruz ki Zülkarneyn setleri tamir etmeyi veya güçlendirmeyi kabul etmiştir. Setlerin tamiri için herkesin imece usulüyle, ellerinden gelen her türlü kuvvetle yardım etmesini istemiştir. Toplum için yapılan bir işte toplumun her bireyi aktif katkı sağlamalıdır.


18:96.

 

Getirin bana demir kütleleri; ta ki seviyelendiği/eşitlendiği zaman iki kenar arası, dedi: “Üfleyin!” Ta ki yaptığı zaman onu (demiri) bir ateş, dedi: “Getirin bana; dökeyim üzerine onun (demirin) katran/zift”

 


Tevil

Dökme demir normal demirden kat kat güçlüdür. Hem de daha esnektir. Aslında çelik de bir dökme demirdir. Yüce Allah’ın Davut peygambere dökme demir yapma yöntemini öğrettiğini Kur’an’dan öğreniyoruz.

34:10 Ve ant olsun; verdik Davut'a bizden bir fazl/bir üstünlük; “Ey dağlar! geri dön onunla beraber; ve kuş”; ve yumuşattık ona demiri.

 

Yukarıdaki ayetten demirin eritilerek dökme demir hâline getirilme yönteminin Davut peygambere öğretildiğini anlıyoruz. 18:96 ayetinden Zülkarneyn’in de dökme demir üretmeyi bildiğini anlıyoruz. Bu da bize çok önemli bir işaret verir. Zülkarneyn mutlak Davut peygamberden sonra yaşamış olmalıdır. Süleyman peygamberden de sonraki bir zamanda. Bu da bize Zülkarneyn’i demir çağında aramamız gerektiğini açık olarak gösterir. 

 

Zülkarneyn erimiş saf demir üzerine neden katran döküyor?

Katran eski çağlardan beri bilinmektedir. Katran hidrokarbon ve serbest karbondan oluşan koyu kahverengi veya siyah akışkan bir sıvıdır. Farklı yöntemlerle katran elde edilebilir. Petrol gibi doğal olarak yeryüzüne çıkan kaynaklardan elde edilebildiği gibi odundan ya da kömürden de elde edilebilir. Odundan elde edilen katran gemi ve teknelerin gövdelerini mühürlemek için antik dönemde kullanılmıştır. Kömürden de katran elde edilir. Kömür ve petrolden elde edilen katranın karbon oranı çok yüksektir. Ancak odundan elde edilen katranın karbon oranı daha düşüktür. Zülkarneyn’in hangi tip katran kullandığını tahmin etmek zor olsa da odundan elde edilen katranı kullanmış olması biraz daha yüksek ihtimaldir. Çünkü çelik üretimi için demire çok az bir oranda karbon eklemek gereklidir. Petrol ve kömürden elde edilen katran çok yüksek oranda karbon içerdiği için tercih edilmemiş olabilir. Diğer bir işaret ise demiri eritmek için kullanılmış olan odun kömürlerinin yapımı esnasında da katran oluşmasıdır. Bu oluşan katranın erimiş demir üzerine döküldüğünü düşünmek çok mantıklıdır. 

 

II. Kiros’un demir ve bakır işlediğine yönelik arkeolojik kanıt var mı?

Büyük kanıt yine bilimden geldi. İngiliz, Amerika ve Gürcü bilim insanlarından oluşan bilimsel bir grup 2020 yılında çok büyük bir keşif yaptılar. Makalenin künyesi: “Kafkasya'da erken dönem demir ve bakır alaşımlı eserlerin ortak üretimine dair doğrudan kanıtlar”[“Direct evidence for the co-manufacturing of early iron and copper-alloy artifacts in the Caucasus.” (Nathaniel L. Erb-Satullo, Dimitri Jachvliani, Kakha Kakhiani, Richard Newman. Journal of Archaeological Science Volume 123, November 2020.)] Bu makaleyi mutlaka okumanızı öneririm. Çalışmayı yapan bilim insanları Güney Kafkasya'da öyle bir yer keşfettiler ki gerçekten şaşkınlık yaşamamak mümkün değildir. Bu makalenin özeti kabaca şöyledir:

 

Güney Kafkasya’da bir yerleşim alanı incelendi. Bu yerleşim alanın adı Mtsvane Gora’dır. Müstahkem bir tepe yerleşimi olan Mtsvane Gora'da yapılan yüzey araştırması ve kazılarda MÖ 8-6. yüzyıllara tarihlenen metalürjik yani metal işleme kalıntıları bulunmuştur. Bu bölge yakınlarında polimetalik yani çok sayıda metal cevherlerinin varlığı tespit edilmiştir. Optik mikroskop, elektron mikroskop taraması ve enerji-dalga boyu dağılım spektrometrisi incelemeleri bu bölgede demircilik ve alaşımlama dâhil olmak üzere hem demir hem de bakır alaşımlı metalürjiye dair kanıtlar ortaya koymuştur. Berrak demir döküm cürufları içinde hapsolmuş metal parçacıklarının bakır, arsenik ve kalayla karışmış olması, demir ve bakır alaşımı işlemenin aynı ocaklarda gerçekleştiğini göstermektedir. Bu maden ocaklarının yakınlarında pirit ve jarozitten gibi cevher yataklarından ham olarak yani işlenmemiş malzemeler de keşfedilmiştir. Bu da çıkarılan cevherin Mtsvane Gora'daki antik ocaklarında işlendiğini direkt olarak işaret etmektedir. Bölgedeki en eski demir kalıntıları Mtsvane Gora kalıntılarından daha önce de olabilir. Kafkasya'daki bu buluntular analitik olarak doğrulanmış, radyo karbonla tarihlendirilmiş en eski demir işleme ocak kalıntılarıdır.

 

Araştırmacıların çalıştığı Mtsvane Gora bölgesi aşağıdaki haritada kare olarak gösterilmiştir.

 

 

 

Bu bölgede yapılan kazılarda yumuşak demire şekil vermek için kullanıldığı düşünülen taştan yapılmış çekiçler bulunmuştur. Taşların yakındaki nehirden getirildiği düşünülmektedir. Taşların üzerinde demir dövmede kullanıldığını gösteren aşınmalar tespit edilmiştir. Elde edilen bulgular bu bölgenin yakınlarından çıkarılan demir ve diğer madenlerin bu ocaklarla işlendiğini açık ve net olarak göstermiştir.

Hatta demire katran (karbon) katılarak yapılan çelikleştirme işleminin de yapıldığının işaretleri tespit edilmiştir. Çalışmadaki 33004-1 numaralı metalik demir parçası, düşük karbonlu demir (%0-0,3 Karbon) aralığında bir karbon içeriğine sahiptir. Bu demir parçasının %0,2 karbon aralığında olduğu analiz sonucunda anlaşılmıştır. Günümüz modern metalurji (metal bilimi) karbon çeliğindeki karbon oranını %0,05 ile %2,1 arasında olmasını standart olarak benimsemiştir. Kalıntılarda bulunan bir demir parçası %0,2 oranında karbon içerdiğine göre bu demir ocağında çelik üretildiği kesin bir şekilde söylenebilir.

 

Çok detaylı analizler bu bölgede metalürjik faaliyetlerin MÖ 8-6. yüzyıllarda yoğunlaşmış olduğunu ve MÖ 500 yıllarından sonra bu bölgedeki faaliyetlerin durduğunu, bu bölgenin terk edildiğini göstermiştir.

Ayetlere göre II. Kiros yani Zülkarneyn Udinlere demir külçeleri getirmelerini söylüyor. Anlarız ki Udinler II. Kiros Dönemi’nde demir madenciliğini zaten yapıyorlardı. Makaleden anlaşılıyor ki Udinler bu bölgede MÖ 8-6. yüzyıllarda aktif olarak maden çıkarmışlar. Temel demir işleme yöntemlerini biliyor olmaları gerekir. Ancak II. Kiros daha farklı bir teknik gösteriyor. Erimiş saf demir üzerine katran yani karbon dökmek. Bu yöntem demiri çelik hâline getirmektedir. Çelik de demire göre daha hafif, daha esnek ve daha sağlamdır.

Bu bölgede üretilen dökme demirin Derbent Geçidi’ndeki surun yapımı için de kullanıldığı rahatlıkla söylenebilir. Çün­kü demir işleme ocakları Derbent Geçidi’ne de uzak değildir.

 

Ta ki seviyelendiği (eşitlendiği) vakit iki kenar arası:

18:96 ayetinde “ta ki seviyelendiği/eşitlendiği vakit iki kenar arası” buyrulmuştur. Yüce Allah’ın bu işaretinden benim anladığım seddin yapımının iki taraftan ayrı ayrı başlatıldığıdır. Set iki kenardan yapılmaya başlamış ve arada bir yerde birleştirilmiş gibi görülüyor. Ya da iki taşın yan yana koyulması da işaret edilmiş olabilir. 

 

 

 

 

 

 



18:97.

Öyle ki, değildi güç yetirenler ki aşarlar onu; ve değildi güç yetirenler ona; bir delişe.


Tevil

Dökme demirlerle destekli seddi Yacuc ve Macuc kavimleri geçemiyor, delemiyor:

Anlaşılır ki setler gerçekten çok sağlam ve etkili yapılmıştır. Yacuc ve Macuc kavimleri bu iki seddi aşmaya ya da delmeye güç yetirememişlerdir.

 



18:98.

Dedi: “Bu, bir rahmettir Rabbimden; öyle ki, geldiği zaman vaadi Rabbimin; yaptı onu yerle bir/dümdüz; ve oldu vaadi Rabbimin bir hak/bir gerçek.


Tevil

Zülkarneyn, bu seddin Yüce Allah’tan gelen, zulme uğrayan bir kavim için bir rahmet olduğunu bildiriyor:

Açık ve net olarak anlarız ki zulme uğrayan bir topluma Yüce Allah rahmet etmiştir. Zülkarneyn’i vesile kılarak bu topluma yardım etmiştir. Yüce Allah bir kavme rahmetini bağışladığı vakit artık o kavme bir korku, bir hüzün asla olmaz. Kötülüklerden uzak kalır. Ancak Yüce Allah bir toplumdan rahmetini çekti mi artık o kavmin yüzü asla gülmez.

 

Zülkarneyn’in yaptığı seddi Yüce Allah bir zaman mutlaka yıkacaktır:

Anlarız ki Yüce Allah bu seddi bir zaman mutlaka yıkacaktır. Bu vaat kesinlikle gerçekleşecek olan bir vaattir; bir gerçektir. Seddi Yacuc ve Macuc yıkmayacaktır. Yüce Allah’ın bizzat kendisi yıkacaktır. Yüce Allah’ın emir ve işleri uygulamasına Yüce Allah’ın sünneti diyoruz. Deprem gibi doğal afetler Yüce Allah’ın ayetleridir. Anlıyoruz ki deprem veya benzeri bir doğal afetle bu setler bir zaman kesin olarak yıkılacaktır.

 

İki setten en az birisi ne zaman yıkıldı?

Ayetleri iyi anlamak için Kur’an’ı bir bütün olarak anlamak zorundayız. Yacuc ve Macuc kavimleri Enbiya suresi 96. ayetinde de geçer.

21:96 Ta ki açıldığı vakit önü Yacucun ve Yacucun; ve onlar her bir tepeden inerler/yayılırlar/çoğalırlar/ürerler.

 

 

21:97 Ve yaklaştı vaat, hak/gerçek; öyle ki, o vakit o donup kalandır; kâfirlik etmiş kimselerin gözleri; vah bize! Muhakkak olduk bir gaflet içinde bundan; evet! Olduk zalimler.

 

Kur’an bir bütün olarak okunmalıdır. Ayetler konu bütünlüğü dikkate alınmadan, cımbızla çeker gibi alınıp yorumlandığında yanlış anlaşılmalar kaçınılmazdır. Nitekim bu ayetler de yanlış anlaşılmıştır. 21:97 ayetindeki “vakterabel va’du” yani “ve yaklaştı vaat” geçişini kıyametin başlama zamanı olarak yanlış olarak anlarsak bu kez bir önceki ayette geçen Yacuc ve Macuc kavimlerinin önünün açılmasının kıyametin hemen öncesi olacağını anlamak zorunda kalırız. Bu anlayış yanlıştır. Kur’an’da kıyamet durumu saat kelimesi ile işaret edilmiştir. 54:1 ayetinde Yüce Allah ‘Yaklaştı saat’ buyurmuştur.

Vaat ise daha geniş bir kelimedir. Saati de kapsar. Yüce Allah’ın dinozorları yok eden gök taşını dünyaya düşürmesi de bir vaattir. Ancak saat değildir. Saat, evrenin tamamen yok olma sürecidir. Lut peygamberin kavmini yok eden ve havada patlayan “airburst’’ gök taşı da bir vaattir. Ancak saat değildir.

Vaadin yakın olduğu Rabb’imiz tarafından bildiriliyor. Vaat saat olmadığı için seddin yıkılması kıyamet gününe yakın olmak zorunda değildir. Hatta bu seddin Kur’an inmeden önce bir zamanda yıkılmış olduğu anlaşılabilir.

 

Setler nasıl yıkılmış olabilir?

Setleri depremlerin yıkmış olması en muhtemeldir. Arap yarımadası plakasıyla Avrupa plakası etkileşimi nedeniyle Kafkas Dağları depremler açısından son derece aktif ve büyük depremler üretebilen bir bölgedir. Yıkıcı depremlerin ciddi can ve mal kayıplarına yol açtığı bir bölgedir.

Aşağıdaki resimde MS 50 ile 2013 yılı arasında bu bölgede gerçekleşmiş olan depremler gösterilmiştir. Açık mavi kareler moment büyüklüğü 5 < Mw ≤ 6,5 olan depremlerin merkez üslerini, kahverengi kareler ise 6,5 < Mw ≤ 8 olan depremlerin merkez üslerini göstermektedir.

Görüldüğü üzere Daryal ve Derbent geçitleri tam da aktif fay hatları üzerindedir. Bu fayların da çok yıkıcı depremler oluşturmuş olduğu görülmektedir.

 

Elimizde II. Kiros Dönemi ve daha sonrasını gösteren (En erken veri MS 50’ye kadar) bu bölgede gerçekleşmiş deprem kayıtları maalesef yoktur. Ancak Yüce Allah’ın iş ve oluşları doğa güçleri aracılığıyla gerçekleştirdiği düşünüldüğünde II. Kiros’un demir destekli onardığı veya sağlamlaştırdığı setlerin daha sonra depremler nedeniyle yıkıldığını söyleyebiliriz. II. Kiros’un inşa ettiği setlerin ne zaman yıkıldığını kesin olarak bilemiyoruz. Ancak tarihi kayıtlara göre Derbent bölgesinde MS 1 ve 3. yüzyıllar arası önemli bir refah dönemi yaşanmıştır. 4. yüzyılda göçebe akınlarının yeniden başladığı anlaşılmaktadır. Bu akınlara karşı 5. yüzyılda Sasani hükümdarlığı kale ve surlarla önlemler almaya çalışmıştır.

Kesin olarak anlıyoruz ki Zülkarneyn’in inşa ettiği setler Kur’an inmeye başlamasından önce Yüce Allah tarafından yıkılmıştır. Yerle bir edilmiştir, dümdüz edilmiştir.

 

 

Yacuc-Macuc kavimlerinin her tepeden yayılmaları (çoğalmaları):

Yüce Allah’ın seddi bir zaman yıkmasıyla bu iki kavmin yani Kimmerler ve İskitlerin önündeki engel kalktığı için bu iki kavim tüm yeryüzüne yayılmıştır. Ayette geçen “yensilûn” kelimesinin yayılma dışında çoğalma anlamının da olması Kur’an’ın büyük bir mucizesidir. Bu kavimler yeryüzüne yayıldıkça nesiller olarak da çoğalmış ve yeryüzüne hâkim olmuştur. Genetik çalışmalar dikkate alındığında görülür ki günümüzde yeryüzünde yaşayan insanların çoğunluğu Y-DNA’sında haplo grup R taşımaktadır. Bu R haplo geni de Kimmerler (Yacuc) ve İskitlerle (Macuc) direkt olarak ilişkilidir. Diğer bir deyişle Yacuc ve Macuc kavimleri seddin açılmasıyla tüm yeryüzüne zaten yayılmışlardır.


 

 

 



18:99.

Ve terk ettik bir kısmını onların o gün; dalgalanır bir kısım içinde; ve üflenir Sur’a/Borazan’a; öyle ki, bir araya getirdik onları; tümden.


Tevil

 

Zülkarneyn ile ilgili kıssa bir önceki ayetle bitmiştir. Ancak Kur’an’ı özensiz ve dikkatsiz okuyanlar, Kur’an hâricinde dinde hüküm koyan kitaplar okuyanlar hemen sonrası gelen 99, 100 ve 101. ayetleri Zülkarneyn kıssasına eklerler ki bu kesinlikle yanlıştır. Konu 99, 100 ve 101. ayetlerle “yevmeizin”, “o gün (o evre)” kelimesi ile işaret edilen sura üflemeye, kıyametin kopmasına, ahiret evreninde insanların toplanmasına ve cehennemin gösterilmesine dönmüştür.

 

Bu 3 ayeti iyi anlamak için Yüce Allah’ın 18:99 ve 18:100 ayetlerinde işaret ettiği “yevmeizin” yani “o gün (o evre, o dönem)” kavramı ile neyi işaret ettiğini iyi anlamak gerekir. İlk dikkat çeken nokta 18:99 ayetinde geçen “yevmeizin” kelimesi ile sura üflemenin birlikte işaret edilmesidir. Diğer önemli bir nokta ise 18:100 ayetinde geçen “yevmeizin” kelimesi ile cehennemin kâfirlere gösterilmesi olayının birlikte işaret edilmesidir.

Kur’an’da “yevmeizin” kelimesi toplam 70 kez geçer. Bu geçişlerden anlaşılır ki “yevmeizin” kelimesi yani “o gün (o evre, o dönem)” kelimesi geçtiği ayette işlenen konuya göre değişir. Açıkça anlarız ki 18:99 ve 18:100 ayetlerinde işaret edilen “o gün (o evre, o dönem)” evrenimizin yok olma sürecinin başlamasıyla başlayan (sura üfleme ile tetiklenen ve Kur’an’da “saat” olarak geçen olayın başlamasıyla başlayan) ahiret evreninde yeniden diriliş ve hesap görmeyle devam eden ve sonrası insanların cennet veya cehennem evrenlerine geçişiyle sonlanan dönemdir (evredir, gündür). Benzer geçişlere örnek olarak 4:42, 6:16, 7:8, 11:66, 14:49, 16:87, 20:102, 20:108, 20:109, 22:56, 23:101 ayetleri verilebilir.

 

Kur’an’da kıssaların nasıl değiştiğine güzel bir örnek:

Zülkarneyn kıssasından hemen önce 18:82 ayetiyle anlatılan kıssa bir şehirdeki iki yetim çocuğa ait olan bir hazinenin Yüce Allah tarafından korunması ve zamanı geldiğinde bu iki yetimin hazinelerini çıkarmaları kıssasıdır.

18:82 “Ve duvara gelince; öyle ki, o (duvar) şehirdeki iki yetim çocuk içindi; ve onun (duvarın) altındaydı bir hazine o ikisine; ve o ikisinin babaları bir salih/bir iyiydi; öyle ki, diledi Rabbin ki erişsinler güçlü çağlarına ve çıkarsınlar hazinelerini; bir rahmet Rabbinden; yapmadım onu emrimden; işte budur tevili asla güç yetiremediğinin üzerine bir sabır.”

Yüce Allah iki yetim kıssasını 18:82 ayetinde bitirip Zülkarneyn kıssasına “vav (وَ)” yani “ve” bağlacıyla girmiştir. 18:83 ayetinde “Ve sual ederler/sorarlar sana Zülkarneyn hakkında…” buyurarak konuyu değiştirmiştir. Zülkarneyn kıssasını 18:83-18:98 ayetleri arasında bizlere bildirmiştir. Yüce Allah 18:99 ayetinde yine “vav (وَ)” yani “ve” bağlacıyla konuyu tekrar değiştirmiştir. Zülkarneyn konusunu bitirip konuyu ”yevmeizin (o gün, o dönem)” kelimesi işaretiyle sura üflemeye, kıyametin kopmasına, ahiret evreninde görülecek hesaba ve cehennemin gösterilmesine döndürmüştür.

 

18:99, 18:100 ve 18:101 ayetlerinin Zülkarneyn kıssası ile ilgisi yoktur. Bu 3 ayet Kur’an’ın genel mesajlarını içerir. 18:99 ayetinde işaret edilen, Yüce Allah’ın terk ettiği, birbirleri içinde dalgalanan kimselerin ve ahirette hesap için bir araya getirilen kimselerin Zülkarneyn kıssasıyla ilgisi yoktur. Açıktır ki bu ayetlerde işaret edilen kimseler kıyametin kopmasına yani “saate” tanık olan insanlardır. Ahirette topluca bir araya getirilenler de tüm insanlardır. 18:100 ayetinde de açıkça bildiriliyor ki bir araya getirilen insanlardan kâfirlik etmiş olanlara (gerçeği örtmüş, gizlemiş olanlara) cehennemin de gösterilmesi haktır. Sonuç olarak 18:99, 18:100 ve 18:101 ayetleri Zülkarneyn kıssasına katılmamalıdır.

 

 

 

 



18:100.

Ve sunduk/gösterdik cehennemi o gün kafîrler için; bir sunuş/bir gösterme.

 

Tevil
 


18:101.

Kimseler; oldu gözleri onların bir örtü içinde, zikrimden (Kur’an’ımdan); ve oldular güç yetiremeyenler bir işitmeye.


Tevil
 


1:1.

 

Allah'ın adıyla; Rahman; Rahîm.

 

 


Tevil

Şerefli Kur’an’ın ilk ayeti görüldüğü üzere besmeledir. Yüce Rabbimiz Kur'an'ı neden besmeleyle başlattı? Bu sorunun cevabını bulmak için Yüce Allah'ın besmelede işaret ettiği iki sıfatını iyi anlamak gereklidir.

 

Rahman ve Rahîm ne demek?

Her iki kelime de (رحم) ‘rhm’ kökünden türemiş tekil sıfat kelimesidir. Fiil olarak ‘rhm’ kök anlamı merhamet/rahmet sahibi olmak (to have mercy), şefkat sahibi olmak (have compassion) anlamındadır. Hans Wehr 4th ed., page 384 (of 1303)

Rahman (رحمن) kelimesi en yüce merhamet sahibi, yüce merhametli olarak Türkçeye çevrilebilir.

Besmelede geçen Rahîm (رحيم) kelimesin anlamını iyi anlayabilmek için bu kökten türemiş olan kardeş bir kelimeyi anlamamız gereklidir. Yüce Allah’a çok şükürler olsun ki bize bu kardeş kelimenin anlamını tam olarak işaret etmiş. Bu kardeş kelime kadınlarda bulunan, bebeğin içinde büyüdüğü ‘rahim’ (رحم) organını işaret eder.

Rahim kelimesi kadın rahmi/uterus (womb), ilgili/bağlantılı/akraba (relationship) anlamındadır. Hans Wehr 4th ed., page 384 (of 1303)

Hemen görüleceği üzere kadınlarda bulunan rahim kelimesinde uzatma ‘ye’ (ي) harfi yoktur. Besmelede geçen formunda ise uzatma ‘ye’ (ي) harfi vardır. Türkçeye çevirdiğimizde kadınlarda bulunan üreme organı olan rahim ‘rahim’ şeklinde; besmelede bulunan ‘rahîm’ de ‘rahîm’ şeklinde yazılabilir. Tek fark besmeledeki formunda şapkalı ‘î’ olmasıdır. Kur’an’da benzer yazılışı İbrahim kelimesi için de görürüz. İbrahim kelimesi 43 yerde ‘İbrahîm’ (ابرهيم) olarak yani uzatma ‘ye’ (ي) harfiyle yazılmışken (örnek 3:33), 15 yerde ‘ibrahim’ (ابرهم) olarak yani uzatma ‘ye’ (ي) harfi olmadan yazılmıştır (örnek 2:124).  

Besmeledeki ‘Rahîm’ kelimesinin tabiri caizse kardeşi olan, kadınlarda bulunan rahimlerin özelliği iyi incelendiğinde besmelede geçen Rahîm kelimesinin işaretleri daha iyi anlaşılır.

 

Kadın rahmi merhametin en üst seviyede tecelli etmesidir. Bir bebeği öyle bir sarar ki onu her türlü zararlıya karşı korur. İçerdiği güçlü kaslarla bebeği bir zırh gibi sarar. Ayrıca bebeği plasenta dediğimiz (bebeğin eşi) yapı aracılıyla besler. Gözle görünmeyen bir embriyodan doğuma kadar bebeğin ihtiyacı olan oksijeni, tüm elektrolitleri, tüm aminoasitleri, tüm yağ asitlerini, tüm karbonhidratları, tüm vitaminleri kısacası tüm atomları anne kanından alır ve bebeğe transfer eder. Bebeğin üretmiş olduğu karbondioksit gazını ve diğer atıkları anne kanına geçirir. Rahim içinde oluşan amniyon sıvısı sayesinde bebek ağırlıksız bir ortamdaymış gibi serbest olarak sıvı içinde yüzer ve dengeli bir şekilde, muhteşem bir güzellikte yaratılır. Zamanı geldiğinde rahim bebeğin olgunlaştığını anlar ve doğumu başlatır. Ritmik kasılmalarla bebeği kibarca vajinaya doğru iter. En sonunda bebek doğar. Göbek kordonu bağlanır ve kesilir. Rahim bebeğin eşini kibarca bırakır. Bebeğin eşi rahimden ayrılır ve vajinadan çıkar. Büyümüş olan rahim kendini kasarak kanamayı durdurur. Doğumdan 14 gün sonra eski halinde gelir.

Kadın rahmi Yüce Allah’ın Rahman sıfatının tecelli etmiş halidir; vücut bulmuş, ortaya çıkmış halidir.

Rahim ne demek? 

Ne muhteşemsin Yüce Allah’ım! SubhanAllah.

Rahîm kelimesi Rahman sıfatının yani yüce merhamet sahibi olan Rabbimizin bu sıfatının tecelli etmesi, vücut bulmasıdır. Böylece anlarız ki besmele şu şekilde Türkçeye çevrilebilir

1:1 Allah’ın adıyla; yüce merhametli; yüce merhameti tecelli ettiren/ortaya koyan/vücut bulduran.

Kur’an neden besmeleyle başladı?

Rabbimizin bizlere işaret etmesiyle besmelenin anlamını tam olarak öğrendik. Kur’an’ı besmeleyle başlaması onun alemler için bir rahmet olmasındandır. Yüce Allah bu nedenle Rahmet sıfatını öncelikle işaret etmiş ve daha sonra bu sıfatın tecelli etmesini işaret eden Rahîm sıfatını işaret etmiştir. Şerefli Kur’an Rabbimizin Rahman sıfatının yine O’nun Rahîm sıfatıyla tecelli etmiş, vücut bulmuş, ortaya çıkmış halidir. Bir annenin rahmi bebeği nasıl sarıp koruyorsa; bebeğin ihtiyacı olan her şeyi yerine getiriyorsa Kur’an’da bir insan için anne rahmi gibidir. Bu nedenle Kur’an’ın besmeleyle başlaması gerçekten muhteşem bir güzelliktedir.

 

Besmele Kur’an’ın en sık tekrar eden ayetidir. Kur’an’da 114 (19x6) besmele vardır. Bu besmelelerin 2 tanesi numaralıdır; 112 tanesiyse numarasızdır. Besmele 113 surenin başında bulunurken çok ilginç bir şekilde sadece 1 surenin başında bulunmaz. Bu da 9. suredir. Yüce Allah 1. surenin başındaki besmeleyi numaralı yaparak; 9. surenin başına da besmele koymayarak 19 sayısına bir dikkat çekmiştir. Başında besmele olmayan 9. sure 1. sure olarak alındığında tam 19. sure olan 27. surenin 30. ayetinde, sure içinde besmele geçirilir. Böylece Kur’an’daki en çok tekrar edilen besmele sayısı 114’e tamamlanır.

Besmele 19 (19x1) harften oluşur (Tablo-1). Besmelede geçen Yüce Allah’ın isim ve sıfatları Kur’an’da tam olarak 19’un katı olacak şekilde geçer. Allah kelimesi 2698 (19x142) kez; Rahman kelimesi 57 (19x6) kez ve Rahîm kelimesi 114 (19x6) kez geçer (Tablo-2).

 

Tablo-1. Besmeleyi oluşturan 4 kelimede toplam 19 Arapça harf vardır.

1. kelime

Bismi

BSM

M

S

B

م

س

ب

3

2

1

2. kelime

Allah

ALLH

H

L

L

A

ه

ل

ل

ا

7

6

5

4

3. kelime

Er-Rahman

EL-RHMN

N

M

H

R

L

E

ن

م

ح

ر

ل

ا

13

12

11

10

9

8

4. kelime

Er-Rahîm

EL-RHYM

M

Y

H

R

L

E

م

ي

ح

ر

ل

ا

19

18

17

16

15

14

 

 

 

Tablo-2. Yüce Allah’ın besmelede bulunan isim ve sıfatları tüm Kur’an’da 19’un katı olacak şekilde geçer.

 

Kelime

Geçiş sayısı

(الله) Allah 

2698 (142x19)

(رحمن) Rahman 

57 (3x19)

(رحيم) Rahîm 

114 (6x19)


 

Bu işaretler neden var?

Kur’an’ın 19 sayısı temelli bir sistemle örüntülendiğini Yüce Rabbimiz bizlere Müddesir suresinde bildirmiştir. 19 sayısı Kur’an’ın Yüce Allah katından geldiğine dair rasyonel, inkâr edilemez, kendisine hayran bırakan muhteşem matematiksel veriler sunar. Bu deliller imanı olanların imanını kat ve kat artırır (74:31). Yüce Rabbimin ayetlerine göre herkes 19 mucizesine tanık olamayacaktır. Tanık olanlar Yüce Allah katında bir kıdem, bir kademe kazanacaklardır (74:37).

 

 

 

 

 



1:2.

Hamd Allah’adır; âlemlerin Rabbi.


Tevil

Hamd kelimesinin kökü (حمد) ‘hmd’ olup övmek, methetmek (to praise) anlamındadır. Hans Wehr 4th ed., page 238 (of 1303)

Ayetten en yüce övgünün/methetmenin Yüce Allah’a ait olduğunu anlarız. İnsanların ağızlarıyla neredeyse her yerde ‘Hamd olsun Allah’a’ dediklerini görmekteyiz. Ağızla bu sözü söylemenin hiçbir kıymeti yoktur. Önemli olan bu sözün gerçek anlamına tanık olmak ve tecelli edenleri kalpten hissetmektir. Bir şeyi övmek için öncelikle övülen şeyin gerçekten o övgüye veya övgülere layık olup olmadığı tam olarak anlaşılmalıdır. Bu nedenle övgüyü yapacak kimse övgüde bulunacağı konuda kendisini geliştirmelidir ki gerçek anlamda övgü yapabilsin. Örneğin okuma yazma bilmeyen bir kimse genel görelilik teorisini geliştiren Albert Einstein’ı gerçek anlamda övebilir mi? Mümkün değil. Okuma yazma bilen ancak fizikten anlamayan bir kimse Albert Einstein’ı nasıl över? Diliyle bir şeyler söyler ancak kalbinde hissettiği yavandır. Güçlü bir duygu değildir. Sadece gerçek anlamda fizikçi olan bir kimse Albert Einstein’ı tam olarak övebilir. Albert Einstein’ın yaptıklarının anlamlarını tüm kalbiyle hisseder. Albert Einstein’a olan saygısı derinleşir. Rabbimiz ki evreni/evrenleri yarattı ve muhteşem bir düzen kurdu. Onu övebilmemiz için onun eserlerini iyi anlamamız gereklidir. Evren denilen kitabı ve Kur’an’ı iyi okumak durumundayız. Evreni ve Kur’an’ı anlamaya başladığımızda Rabbimize olan saygımız, haşyetimiz kat ve kat artacaktır.

En yüce övgüye sahip bir varlığı O’nun astından hiçbir şey hakkıyla, tam olarak övemez, takdir edemez. Ancak sadece kendisi hak ettiği bu övgüyü takdir edebilir, kuşatabilir. Bize düşen görev gücümüzün yettiği ölçüde evren kitabını ve Kur’an’ı anlayarak okumaktır.

Rab kelimesi kökü (ربب) ‘rbb’ olup efendi/patron olmak (to be master), kumanda etmek/komuta etmek (command) anlamındadır. Hans Wehr 4th ed., page 370 (of 1303)

Alem kelimesi kökü (علم) olup dünya (world), evren (universe), kâinat/düzen (cosmos) anlamındadır. Ayette çoğul isim kelimesi olarak gelmiştir.

Ayetten anlarız ki Yüce Allah’ın Rab sıfatı yaratılmış olan tüm alemleri komuta etmektedir. Yüce Allah bu alemlerdeki işlerin ve oluşların; her şeyin Rab sıfatıyla efendisidir, komutanıdır.



1:3.

Rahman; Rahîm.


Tevil
Bak; 1:1


1:4.

Din gününün hükümdarı.


Tevil

Melik kelimesi kökü (ملك) ‘mlk’ olup kral-hükümdar (king), hünkâr/han (sovereign) anlamındadır. Hans Wehr 4th ed., page 1082 (of 1303)

Din kelimesi kökü (دين) ‘dyn’ olup din (religion), inanç öğretisi (creed) anlamındadır. Hans Wehr 4th ed., page 353 (of 1303)

Yevm kelimesi kökü (يوم) olup gün (day), time-season (zaman/dönem) demektir. Steingass, page 1242 (of 1241)

‘Din günü’ tamlaması insanların din konusunda yargılanacağı günü/zamanı/dönemi işaret eder. Ahiret evreninde yapılacak olan yargılama gününün baş konusu din olacaktır, inanç öğretisi olacaktır. Hangi dine/inanç öğretisine tabi olundu onun yargılaması yapılacaktır. Yüce Allah’ın bizler için razı olduğu gerçek İslam dinine (5:3) mi tabi oldun yoksa Yüce Allah’ın biricik Kur’an’ı haricinde zan içeren, haktan asla bir şey getirmeyen hadis kitaplarına, mezheplere, tarikatlara mı tabi oldun; bunun yargılaması yapılacaktır.

Yüce Allah bu yargılamanın hükümdarı olduğunu bizlere bildirmektedir. Bu da bize din dününde yapılan yargılamanın tek yetkilisinin, tek hükümdarının, tek hünkârının Yüce Allah olduğunu açıkça gösterir.



1:5.

Sadece sana kulluk ederiz; ve sadece sana istekte bulunuruz yardım için.


Tevil

‘na’budu’ kelimesi kökü (عبد) olup ibadet etmek/kulluk etmek/tapınmak (worship), hizmet etmek (serve), ilahlaştımak/taparcasına sevmek (idolize), köle olmak (enslave) anlamınadır. Hans Wehr 4th ed., page 685 (of 1303)

Ayette fiil olarak, 1. şahıs çoğul, geniş zaman kipinde gelmiştir. ‘kulluk ederiz’ anlamına gelir.

‘İyyâke’ kelimesi ‘sadece sana’ demektir. Demek ki kulluk sadece ve sadece Yüce Allah’a yapılacaktır. Taparcasına sevmek, ilahlaştırmak/tanrılaştırmak, kölelik yapmak, kul olmak sadece Yüce Allah’a özgülenecektir. O’nun astından hiçbir şeye bu paye verilmeyecektir.

‘nestaîn’ kelimesi kökü (عون) olup yardım etmek/yardım talebinde bulunmak (help), yardım amaçlı destek vermek/talep etmek (support) anlamındadır. Hans Wehr 4th ed., page 771 (of 1303)

Ayette fiil olarak, 1. şahıs çoğul, geniş zaman kipinde gelmiştir. ‘istekte bulunuruz yardım için/istekte bulunuruz destek için’ anlamına gelir.

Demek ki ilahi yardım ve destek sadece ve sadece Yüce Allah’tan talep edilecektir. O’nun astından hiçbir şeyden ilahi bir yardım, destek istenmeyecektir. Yüce Allah’ın astından peygamberlerden, ölmüş kimselerden, evliyadan/velilerden, imamlardan, tekkelerden, türbelerden, yatırlardan asla ilahi bir yardım istenmeyecektir.

Ayetin anlamını saptıran bazı müşrikler yardım/destek istemeyi ilahi anlamından çıkarıp sıradan işlerde de yarım istemenin işaret edildiğini iddia ederek müşrikliklerine kılıf hazırlarlar. Örneğin; düşüp ayağını kıran bir kimse yandan geçen insanlardan yardım/destek isteyemez mi? Elbette ister. Derler ki: "Öyleyse biz de bu ayete rağmen Yüce Allah'ın astından kimselerden ilahi yardım isteyebiliriz." Şeytanın aldatmacası ne de yaman!  Ayette kastedilen şüphesiz ilahi destektir; ilahi yardımdır. Bir insan elinden gelen her şeyi yapacaktır. Mücadele edecektir. İnsanlardan elbette yardım talep edebilir. Tevekkül ve ilahi destek/yardım konusundaysa sadece Rabbinden yardım ve destek isteyecektir. Sadece ve sadece Rabbinden. 



1:6.

Kılavuzla bizleri dosdoğru yola.


Tevil

‘ihdina’ kelimesinin kökü (هدي) olup doğru yolda olmak (on the right way), kılavuzluk yapmak (guide), yönlendirmek (direct), göstermek (show) anlamındadır. Hans Wehr 4th ed., page 1199 (of 1303)

Ayette fiil olarak, 2. tekil şahıs özne ve 1. çoğul şahıs zamirle gelmiştir. ‘kılavuzla bizleri’ anlamı vardır. Özne şüphesiz Allah’ı işaret eder.

‘l-mustakîm’ kelimesinin kökü (قوم) olup ayağa kalkmak (get up), dikelmek (stand), dimdik (erect), dik/doğru (upright) anlamındadır. Hans Wehr 4th ed., page 1199 (of 1303). Ayette aktif sıfat olarak gelmiştir.

‘s-sırât’ kelimesinin kökü (صرط) olup yol (way), gidişat/yön (path) anlamındadır. Hans Wehr 4th ed., page 597 (of 1303). Ayette tekil isim kelimesi olarak gelmiştir.

Anlarız ki kılavuzlanan yol dosdoğru, dimdik, eğik bükük olmayan, dimdik ayakta olan bir yol olmalıdır. Bu yol hiç şüphesiz Kur’an’ın ta kendisidir. ‘s-sırât’ kelimesinin tekil gelmesinden anlarız ki tek bir dosdoğru yol vardır. Başka bir dosdoğru yol asla yoktur. Bu yol da sadece Kur’an yoludur. Sadece Kur’an demek yerine tarikatlara, mezheplere, imamlara, şeyhlere, hadis/söylenti kitaplarına tabi olanlar Yüce Allah’ın dosdoğru yolunda asla değillerdir. Dosdoğru yola kılavuzlu asla değillerdir.

Şeytanın aldatmacası o kadar yaman ki milyarlarca insan 1. sure olan Fatiha suresini namazlarında Arapça olarak binlerce kez okur. Ancak maalesef anlamını bilmeden; Rableri kendilerine ne emretmiş bilmeden, tekerleme gibi okurlar. Çünkü Yüce Allah’ın vaadi haktır, gerçektir. İblisin zannı/varsayımı doğru çıktı. İnsanların çoğunluğu cehennemdedir. Şeytanın üzerine oturduğu o ‘s-sırât l-mustakîm’ yolu Kur’an’dır. Şeytan Kur’an’ın anlaşılarak okunmasına engel olmuştur. İnsanların çoğu Yüce Allah’ın dosdoğru yolundan sapmıştır.

Yapmamız gereken nedir?

Kur’an’la aramızda olan tüm şeytanları yani saptırıcıları (hadis/söylenti kitapları, şeyhler, tarikatlar, mezhepler, tekkeler, türbeler, veliler vb.) terk etmek ve sadece Kur’an demek. Kur’an’ı anladığımız dilde okumak ve anlamak. Sonrası anladığımıza uymak, anladığımıza tabi olmak. Kur’an bize yeter demek.


1:7.

Kimselerin yoluna; nimet verdin üzerlerine; değil üzerlerine gazap edilen; ve değil sapkınların/dalalet içinde olanların.

 


Tevil

Üzerine nimet verilen kimselerin yolu nedir?

Yüce Rabbimiz dosdoğru yol olan Kur’an’a tabi olmamız gerektiğini bazı kimseleri işaret ederek bildirmektedir. Bu kimseler doğru yola kılavuzlanmış kimselerdir. Yüce Allah onları nimetlendirmiş; lütfundan, fazlından hidayet bağışlamıştır. Bu kimseler sadece Kur’an diyen ve kendisine değil de sadece Kur’an’a çağıran, sadece Kur’an yoluna davet eden kimselerdir. Kur’an’la cihat eden ve asla bir ücret/bir ecir istemeyen kimselerdir. Ecirlerini sadece Yüce Allah katında bulma ümidinde olan kimselerdir. Şirke asla bulaşmayan, tek tanrıcı kimselerdir.

Üzerine gazap edilen, sapkınların yoluna değil!

‘d-dâllîn’ kelimesinin kökü (ضلل) olup fiil olarak yolunu kaybetmek (lose one’s way), yanlış yola kılavuzlamak (misguide), yoldan çıkmak/sapmak (go astray) anlamındadır. Hans Wehr 4th ed., page 635 (of 1303). Ayette aktif isim kelimesi ve çoğul olarak gelmiş olup ‘sapkınlar’, ‘yoldan çıkanlar’, ‘yolunu kaybedenler’, 'dalalet içinde olanlar' anlamındadır. Sadece Kur’an yerine onun astından dinde hüküm koyucu kitaplar (söylenti/hadis kitapları), şeyhler, mezhep imamları, tarikat liderleri, imamlar edinenlerin tamamı sapkınlardır. Ayette geçen ‘d-dâllîn’ kelimesine muhataptırlar. 

Sapmış kimseler üzerine Yüce Allah gazap eder;

‘l-magdûbi kelimesinin kökü (غضب) olup gazap/öfke (wrath), kızgın (angry, exasperated) anlamındadır. Hans Wehr 4th ed., page 791 (of 1303). Ayette pasif isim, tekil kelime olarak gelmiş olup ‘gazap edilen’, ‘öfkelenilen’ anlamındadır. Anlaşılır ki Yüce Allah’ın ‘s-sırât l-mustakîm’ yolu olan sadece Kur’an’dan sapanlara Yüce Allah öfkelenir, gazap eder. Yüce Allah bu kimselere gazap eder. Üzerlerine pislik ve gazap yağdırır (7:71).

Kur’an’ın açılış suresi olan kısacık bir sureyi bile anlamını bilerek okuduğumuzda bizi cehennemden uzak tutacak bilgiler içerdiğini rahatlıkla görebiliriz. Bir sureyi anlamını bilmeden binlerce kez okumak keramet değildir. Keramet anlamını bilerek okumak ve anladığımızı hayata geçirmektir.



96:9.

Gördün mü kimseyi? Yasaklar/engel olur/meneder.


Tevil
 


96:10.

Bir kulu; salla ettiği zaman.


Tevil
 


96:11.

Gördün mü? Eğer olduysa o doğru yola kılavuz üzerine.


Tevil
 


96:12.

Ya da emretti o takvayı (sakınmayı).


Tevil
 


96:13.

Gördün mü? Eğer yalanladıysa o (engel olan kimse); ve yüz çevirdiyse.


Tevil
 


96:14.

Bilmez mi o (engel olan kimse); ki Allah görür?


Tevil
 


75:31.

Öyle ki, doğruyu tasdiklemedi; ve salla etmedi.


Tevil
 


75:32.

Fakat yalanladı; ve yüz çevirdi.


Tevil
 


70:15.

Hayır! Doğrusu o (cehennem) harlı ateştir.


Tevil
 


70:16.

Bir soyucu/sıyırıcı kafatasını.


Tevil
 


70:17.

Çağırır kimseyi; sırtını döndü o; ve yüz çevirdi.


Tevil
 


70:18.

Ve topladı o; öyle ki istifledi.


Tevil
 


70:19.

Doğrusu insan yaratıldı; bir sabırsız/endişeli.


Tevil
 


70:20.

Dokunduğu zaman ona şer/kötülük; bir kaygı/sıkıntı/endişe/sabırsızlık.


Tevil
 


70:21.

Ve dokunduğu zaman hayır/iyilik; bir mâni olan/engelleyen.


Tevil
 


70:22.

Dışındadır salla edenler.


Tevil
 


11:87.

Dediler: “Ey Şuayb! Senin salatın mı emreder sana ki terk ederiz babalarımızın/atalarımızın kulluk ettiğini; ya da ki faaliyet içinde oluruz mallarımızda; istediğimizi; doğrusu sen; mutlak sensin halim/yumuşak huylu; olgun/reşit.


Tevil
 


70:23.

Kimseler; onlar salatlarında daimîlerdir/devamlılardır.


Tevil
 


70:24.

Ve kimseler; mallarındadır onların bir hak; bildirilen/malum edilen.


Tevil
 


70:25.

İsteyen için; ve mahrum bırakılmış için.


Tevil
 


70:26.

Ve kimseler; tasdik ederler din gününü.


Tevil
 


70:27.

Ve kimseler; onlar Rablerinin azabından korkup çekinenlerdir.


Tevil
 


70:28.

Doğrusu Rablerinin azabı değildir emin olunur.


Tevil
 


70:29.

Ve kimseler; onlar bacak aralarındakileri koruyucudurlar.


Tevil
 


70:30.

Dışında; eşleri ya da sağ ellerinin malik olduğu; doğrusu onlar değildir ayıplananlar.


Tevil

‘mâ meleket eymânuhum’ ‘sağ ellerinin malik olduğu’ demektir. Bir sözleşme, bir antlaşma gereği bazı kimselerin emrinde ve hükmünde olan kimselerdir. Günümüzde evlerde ya da iş yerlerinde maaşla çalışan işçiler örnek verilebilir.

Bir önceki ayette geçen ‘onlar bacak aralarındakileri koruyucudurlar’ işareti düşünüldüğünde bacak arasında bulunan cinsel organ bölgelerini ancak eşleri veya kendileriyle bir sözleşme içinde çalışan erkek ya da kadın kimseler görebilecektir. Olayın cinsel ilişkiyle, nikahla bir ilgisi yoktur. Olay bacak arasındakileri görebilecek kimseleri işaret eder. Bu ayette sözleşmeli olarak evde çalışan yaşlı bakıcılar, hasta bakıcıların gibi kimselerin işaret edildiği ortadadır. Çünkü hiçbir şekilde bu durum ayıplanmaz. Eşlerin veya bakıcıların gerektiği durumda bacak arasındaki bölgeyi temizlemek gibi amaçlar için görmesi gerekebilir.



70:31.

Öyle ki kim aradı ötesinde bunun; öyle ki şunlar; onlardır sınırı aşanlar.


Tevil
 


70:32.

Ve kimseler; onlar emanetlerini ve ahitlerini/sözleşmelerini gözetenlerdir.


Tevil
 


70:33.

Ve kimseler; onlar şahitliklerinde/tanıklıklarında dosdoğrudurlar/dimdiktirler.


Tevil
 


70:34.

Ve kimseler; onlar salatlarını korurlar.


Tevil
 


70:35.

İşte bunlar cennetlerdedir; şereflendirilmişler/onurlandırılmışlar.


Tevil
 


74:40.

Cennetlerde sorarlar.


Tevil
 


74:41.

Cürüm işleyenlerden/suçlulardan.


Tevil
 


74:42.

Ne sürükledi sizleri Sekar’a.


Tevil
 


74:43.

Dediler: “Asla olmayız musallinlerden”


Tevil
 


74:44.

Ve asla olmayız yedirir miskine.


Tevil
Miskin; açlık sınırında yaşayan.


74:45.

Ve olduk dalar; dalanlarla birlikte.


Tevil

Haktan/gerçekten bir şey getirmeyen, zan içeren şeylerin peşinden gitmek. Haktan bir şey getirmeyen zanlar içinde debelenmek, daldıkça dalmak.



74:46.

Ve olduk yalanlar din gününü.


Tevil
 


74:47.

Ta ki geldi bizlere kesin olan.


Tevil

Gerçekleşmesi kesin ve şüphesiz olan ölüm.



74:48.

Öyle ki, fayda verir değildir onlara şefaati; şefaatçilerin.


Tevil

Şefaat kavramı Kur’an’ın bütününden saptırılmıştır. Şeytan hadislerle/söylentilerle insanları şefaat ile kandırmıştır. Şefaat etme hakkı tümüyle/bütünüyle Yüce Allah’a aittir. Yargılamaya sadece Yüce Allah müdahale etme hakkına sahiptir. Hiçbir beşerin, hiçbir nebinin/peygamberin, hiçbir resulün/elçinin, hiçbir kimsenin şefaat etme yetkisi yoktur.

Şefaat kavramı için bak;

https://kuranmucizeler.com/seytanin-en-buyuk-tuzagi-sefaat-aldatmacasi-sefaatin-ne-oldugunu-kutsal-kitabimiz-kuran-imizdan-öğreniyoruz

 

 



74:49.

Öyle ki ne oluyor onlara; hatırlatandan/öğüt verenden (Kur’an’dan) engelleyenler/yüz çevirenler/uzaklaşanlar.


Tevil

‘mu’rıdîn’ kelimesi kökü (عرض) olup bir şeyden yüz çevirmek/uzaklaşmak (turn away), engellemek (avert), kaçınmak/sakınmak (avoid) anlamındadır. Ayette isim kelimesi ve çoğul olarak gelmiştir ve ‘engelleyenler/yüz çevirenler/uzaklaşanlar’ anlamındadır. Anlaşılır ki bu kimseler Kur’an’dan kendileri yüz gevirdikleri gibi Kur’an’a yönelmeyi de engelleme faaliyetlerindedirler. Hans Wehr 4th ed., page 705 (of 1303)

 



74:50.
Sanki onlar eşekler gibidir; şuursuzca firar eden/ürküp kaçan.

Tevil
 


74:51.

Firar etti/kaçtı bir aslandan/bir avcıdan.


Tevil
 


107:1.

Gördün mü kimseyi; yalanlar/inkâr eder/yanlış yönlendirir dini?


Tevil

Ayette işaret edilen kimse gerçek din olan İslam’ı yani sadece Kur’an demeyi yalanlamaktadır.

https://kuranmucizeler.com/kuran-a-gore-gercek-hak-din-nedir

Sadece Kur’an demeyen herkes bu kimsenin tanımına girer. Ayette geçmiş zaman kipi ile ‘gördün mü?’ buyurulduğuna göre bu tip insanların Muhammed peygamberimiz zamanında yaşadığı kesindir. Ancak bu kimseler sadece o zamanda yaşamıştır, artık böyle kimseler yeryüzünde yoktur asla denilemez. Kur’an evrenseldir. Bu ayetlerin muhatapları her daim yeryüzünde bulunacaktır. Ayetten anladığımıza göre bu kimseler Yüce Allah’ın gerçek dini yanında farklı dinler edinmişlerdir. Yani müşriktirler. Yüce Allah’a şirk koşan insanlardır.

Tamamı zan olan hadisleri/söylentileri dinde kaynak edinerek dinlerini parça parça eden insanlar bu ayetin muhatabıdır.

 



107:2.

Öyle ki, işte bu kimsedir; kenara iter yetimi.

 


Tevil

Kur’an dışında dinde kaynak edinen kimsenin aslında Kur’an’ın gerçek emri olan yetimleri kerimleştirmek/yüceltmek ile ilgili bir derdi ve amacı yoktur. Kur’an’da yetimlerin yüceltilmesi, iş ve aş sahibi yapılmaları, yetişkin hale getirilmeleri, yetişkin olunca evlendirilmeleri, topluma kazandırılmaları emredilmişken bu kimseler yetimi korur gibi gözükürken yaptıkları eylemeler ile yetimleri toplumda bir kenara iterler. Yetimi toplumda baş tacı etmezler. Hatta ayetleri bile hadislerle/söylentilerle bükerek yetim çocuklara tecavüz etme (özür dileyerek söylüyorum) peşindedirler. Çocuk yaşta yetim kalmış kızlarla evlenmek ancak onlara tecavüz etmek demektir. Başka hiçbir şeyle açıklanamaz. İsteği dışında sözde evlilik ile tecavüz edilen bu çocuk kızlar toplumun en kenarına, aşağılara itilir. Kaderlerine terk edilir. Oysa o kızın yüceltilmesi gerekirdi. Okutulup meslek sahibi yapılması gerekirdi. Yüce Allah'ın ayetleri olan matematik, fizik, kimya, astronomi gibi bilimleri öğrenmesi gerekirdi. Yetişkin olduğunda kendi seçeceği bir kimse ile evlendirilecekti. O da bir anne olacaktı. Toplumda bir kenara itilmek yerine toplumda kerim bir yerde bulunacaktı. Toplumuna da faydalı olan bir birey olacaktı. Ancak bunlar engellendi. Çünkü bu müşriklerin derdi inanın yetimi yüceltmek değildir.



107:3.

Ve teşvik etmez/motive etmez besini/gıdası/yiyeceği üzerine miskinin.


Tevil

Miskin demek açlık sınırında yaşayan insan demektir. Hayatını sürdürmek için gereken proteinleri, karbonhidratları, yağ asitlerini ve vitaminleri yeterli alamayan insan demektir. Hatta sağlıklı suya bile ulaşamayan insan demektir. Temiz suyla gerekli vücut temizliğini bile yapamayan insan demektir. İşte böyle kimselerin günlük olarak alması gereken gıdanın/yiyeceğin toplumdaki herkes tarafından dert edinilmesi gerekir. Bir toplumda aç yatan insanlar var ise o topluma Yüce Allah rahmet etmez. Toplumda tek bir miskin (açlık sınırında yaşayan) insan kalmayıncaya kadar mücadele edilmelidir. Kamu yönetimi her şeyi bir kenara itip, her bir ailenin açlık sınırından daha fazla gelir elde etmesini sağlamalıdır. İş bulunabiliyorsa iş verilmelidir. İşsizlik devam ediyorsa açlık sınırını üstünde ücret sürekli verilmelidir.

Toplumun kaynakları düzgün bir şekilde yönetildiğinde inanın o toplumda hiçbir miskin (açlık sınırında yaşayan insan) kalmayacaktır.

‘يَحُضُّ’ ‘yahuddu’ kelimesi “teşvik etmek, ateşlemek, fitillemek, motive etmek” demektir. Toplumda bu tip insanlara ihtiyaç vardır. Bu insanlar miskinin derdi ile dertlenir. “Komşum aç mı?” diye düşünür. Yaptıkları eylemler ile de toplumun diğer fertlerini motive ederler. Motivasyon oluşursa toplumsal bir uyarı ile kamu yönetiminin dikkati bu noktaya çekilmiş olur.

Bireysel olarak elbette açlık sınırında yaşayan insanlara yardım edeceğiz. Ancak mutlaktır ki kesin olan çözüm kamu yönetimi düzeyinde, sistematik olarak yapılan mücadeledir.

Ülkesinde açlık sınırında yaşayan insanlar bulunmasına rağmen bu konu hakkında dertlenmeyen, rahat uyuyan yöneticilerin vah haline!



107:4.

Öyleyse, vay haline musallinlerin.


Tevil
 


107:5.

Kimseler; onlar salatlarında gaflet içindedirler.


Tevil
 


107:6.

Kimseler; onlar gösteriş yaparlar.


Tevil
 


107:7.

Ve mâni olurlar maddi anlamda iyiliğe.


Tevil

 

Sureye ismini veren ‘ٱلْمَاعُونَ’ ‘l-mâûn.’ kelimesi her türlü maddi yardım/destek/iyilik demektir. Topluma gelecek olan maddi destek demektir. Kamu/toplum açısından bakıldığında ilk akla gelen ‘l-mâûn’ zekâttır. Zekât vergi demektir. Kamu yönetimi ihtiyacına göre zekât oranı belirler. Gelir elde eden kimseler bu gelirlerinin belirli bir oranını toplumun hakkı olarak yönetime verirler. Yönetimin görevi bu zekâtların doğru şekilde toplanması ve doğru şekilde harcanmasıdır. Ayetlerde işaret dilen müşrik insanların bir diğer özelliği de ‘l-mâûn’ olarak isimlendirilen, topluma dönecek olan her türlü maddi iyiliğe engel olmalarıdır. Bu engelleme 2 açıdan incelenebilir;

• Yöneticiler açısından.

• Zekât-vergi veren kimseler açısından.

Uydurulmuş dinde zekât tam olarak saptırılmıştır. Müşriklerin zekât şu şekildedir; bir kimse 1 yıl boyunca elde edilen gelirinden tüm giderlerini düşer. Geri kalan paradan 1 yıllık geçimini ayırır. O sene yeni bir Ferrari araba almış ise (binek) onu da gidere yazar. 3 yıl önce almış olduğu 20 milyonluk villanın (barınak) kredilerini de düşer. Bankalara borçlanarak başka evler de alır. Hep borçludur. Ancak elinde az bir para kalırsa onun 1/40’ını zekât olarak verir. Toplumun hakkı olarak. İşte Yüce Allah aklını kullanmayanların üzerine pisliği bu şekilde bırakıyor. Uydurulmuş dinde bu şekilde. Bakın topluma gidecek olan maddi iyilik/destek/yardım (l-mâûn) nasıl engellendi.

Peki gerçek dinimiz olan sadece Kuran’da Yüce Allah bizlere ne buyuruyor? Zekât gelir elde edilir edilmez verilir. O geliri elde etmek için için önceden bir harcama yapılmış ise elbette o miktar gider olarak düşülür. Ferrari araba ve lüks villa maalesef düşülemiyor:) . Kalan gelirin %20’si yani 1/5'i zekât olarak verilir. Yüce Allah gelirlerden toplum için verilecek oranı 1/5 olarak belirlemiştir.

Yüce Allah 8:41 ayetlerinde şu şekilde buyurmaktadır;

8:41 Ve bilin ki; bir şeyden ganimet aldığınız; o durumda ki onun beşte biri Allah için ve resûlü için; ve içindir yakınlık sahipleri ve yetimler ve miskinler ve yolun oğlu; eğer olmuşsanız inanmış Allah'a ve kulumuz üzerine indirdiğimize-ayrılma (hak ile batılın) günü; iki topluluğun karşılaştığı gün-; ve Allah her bir şey üzerine güç yetirendir.

Can pahasına alınan ganimetlerin bile tamamı ganimet elde eden kimseye kalmıyor. Toplumun hakkı olan 1/5 oranı hemen verildikten sonra kalan ganimet elde eden kişiye veriliyor. 1/5 olan toplumun hakkı hemen veriliyor. 1 sene/yıl bekledikten sonra değil.

8:41 ayetini akıl ve mantık ile okuduğumuzda açık ve net olarak anlarız ki elde ettiğimiz her gelirin 1/5 oranını topluma tekrar ulaştıracağız. Topluma geri vereceğiz. Zekât olarak yani vergi olarak vereceğiz. Kamu yönetimi o gelir kaleminden vergi almıyorsa o durumda yine elde ettiğimiz gelirin 1/5 oranını toplumdaki ihtiyaç sahiplerine dağıtacağız. Buna sadaka denir. Diyelim ki bahçemizden 100 kilo domates elde ettik. Bu gelirin vergisi olmayacağı için bu domatesin 1/5 oranı olan 20 kiloyu yakın çevremizdeki ihtiyacı olan insanlara dağıtacağız. Toplumun hakkını vermeliyiz. Domatesleri toplar toplamaz bu 1/5 oranı hemen verilmelidir.

Detaylı okuma aşağıdaki makalelerden yapılabilir;

Sadaka nedir?

İnfak nedir?

Zekât nedir?

Kamuya verilen verginin (zekâtın) oranı ne olmalı? Kuran’da bir işaret var mı?

Vergi oranı kamu yönetiminin gücüne göre değişebilir elbette. Çok zengin bir ülke söz konu ise (petrol zengini ülkeler gibi) kamu yönetimi halktan vergi almayabilir bile. Ancak kamu yönetimi toplumun ihtiyaçlarını karşılayamıyor ise elbette vergi alacaktır.

Zekât’ı/vergiyi vermemeye çalışanlar;

Günümüzde de yukarıdaki ayetlerde anlatılan insanları her yerde görebilirsiniz. Vergi vermemek için bin takla atarlar. Fatura kesmezler. Her sene araba değiştirirler ki vergiden düşelim diye. Her şeyi gider göstermeye çalışırlar. Daha da ileri gidenler sahte fatura bile kullanır. Böylece toplumdaki ihtiyaç sahiplerine ulaşacak olan mâûnu engellerler.

Toplanan zekâtı/vergiyi toplumdaki ihtiyaç sahiplerine ulaştırmayan yöneticiler;

Bu kesimin yatacak yeri yoktur. Toplumdan elde edilen emanet vergi gelirlerini toplumun faydasına değil de lüks konutlara (kamu binaları), lüks taşıtlara (makam arabaları, uçaklar, gemiler vb.) harcayanlar surenin tam olarak muhataplarıdır. İsraf büyük günahtır. Ülkesinde açlık sınırında yaşayan insanlar varken, elde edilen vergilerin bu kimselere ulaştırılmasını sağlamayan kamu yöneticileri ahirette kesinlikle hesap veremeyeceklerdir. Düzgün bir kamu yönetici kadrosu vergilerin doğru yerlere ulaşmasını garanti etmelidir. Toplanan vergilerin tek bir kuruşunun bile doğru yere, doğru şekilde harcandığını takip etmelidir. Örneğin; ihaleye süreçlerinde toplumun aleyhine olabilecek en ufak bir kayba neden olmamalıdır. Göz yummamalıdır. Asla ve asla rüşvet almamalıdır.

Kamu yöneticilerinin en önemli ve ilk amacı ülkelerinde açlık sınırı altında, miskin olarak yaşayan tek bir insan bırakmamak olmalıdır.

107:7 ayetinin mesajı evrenseldir. Bir kimse sabah yatağından kalktığında acaba bu gün mâûnun (her türlü maddi iyiliğin) ihtiyacı olanlara gitmesini engelliyor muyum diye kendisine sormalıdır.

 

 



3:39.

Öyle ki nida etti/seslendi ona melekler; ve o (Zekeriyyâ) bir dik/dosdoğru/kıyamda/ayakta; salat eder mihrapta/özel alanda; “Doğrusu Allah müjdeler sana Yahya'yı; doğrulayıp tasdikleyici Allah’tan bir kelimeyi; ve bir lider/önder; ve bir kısıtlayan/sınırlayan (nefsini); ve bir nebi/peygamber; iyilerden/salihlerden.”


Tevil
 


4:102.

Ve olduğun zaman onların içinde; öyle ki doğrult/dikleştir/ayağa kaldır onlara salatı; öyle ki doğrulsun/dikelsin/ayağa kalksın bir tayfa/bir bölük onlardan seninle birlikte; ve tutsunlar/alsınlar silahlarını; öyle ki secde ettikleri/teslim oldukları zaman; öyle ki olsunlar onlar sizlerin arkasından/ötesinden; gelsin diğer bir tayfa/bir bölük; asla salla etmeyen; öyle ki salla etsinler seninle birlikte; ve tutsunlar/alsınlar savunma tedbirlerini ve silahlarını; isterler kâfirlik etmiş/gerçeği örtüp gizlemiş kimseler keşke gaflet içinde olsanız silahlarınızdan ve metalarınızdan/eşyalarınızdan; öyle ki meyletseler üzerinize tek bir meyille; ve yoktur bir günah sizlere; eğer oldu sizlerle bir eziyet yağmurdan ya da oldunuz marazlılar/hastalar ki bırakın/koyun silahlarınızı; ve tutun/alın savunma tedbirlerinizi; doğrusu Allah hazırladı kâfirler/gerçeği örtüp gizleyenler için utanç verici bir azap.


Tevil
 


4:101.

Ve darp ettiğiniz/vurduğunuz zaman (ayakları) yerde/yeryüzünde; öyle ki yoktur sizlere bir günah ki kısarsınız salattan; eğer korkarsanız/tedirgin olursanız ki işkence ederler kâfirlik etmiş/gerçeği örtüp gizlemiş kimseler; doğrusu kâfirler/gerçeği örtüp gizleyenler oldular sizlere apaçık bir düşman.


Tevil
Yola ya da sefere çıktığınızda.


4:103.

Öyle ki, tamamladınız zaman salatı; öyle ki zikredin/hatırlayın Allah'ı kıyam halindeler/dikelmişler/doğrulmuşlar/ayaktalar (olarak) ve oturan (olarak) ve yanlarınız üzerine (yatar halde); öyle ki sakinleştiğiniz zaman; öyle ki doğrultun/dikleştirin/ayağa kaldırın salatı; doğrusu salat oldu müminler üzerine vakitli bir kitap.


Tevil
 


21:10.

Ant olsun indirdik sizlere bir kitap (Kur’an); içindedir onun bir zikir/hatırlatma sizlere; öyleyse akletmez misiniz?


Tevil
 


39:23.

Allah indirdi en güzelini sözün/hadisin; bir kitap (olarak); birbirine benzer, çift/ikili; ürperir ondan derileri Rablerine haşyet/huşu duyan kimselerin; sonra yumuşar derileri ve kalpleri Allah'ın zikrine (Kur’an’a); işte bu kılavuzudur Allah'ın; doğru yola iletir onunla dilediği kimseyi; ve kimi saptırırsa Allah öyle ki olmaz ona hiç bir kılavuz.


Tevil
 


46:30.

Dediler: “Ey kavmimiz! Doğrusu biz, dinledik bir kitap; indirildi Musa'dan sonra; doğrulayarak tasdikleyen iki elinin arasındakini; doğru yola kılavuzlar (kitap), hakka/gerçeğe; ve dosdoğru/kıyam olmuş/dikleşmiş bir tarikata/yola.


Tevil
 


46:29.

Ve yönlendirdiğimiz zaman sana bir grup/bir birlik cinlerden/bilindik olmayanlardan/oralı olmayanlardan/yabancılardan; dinlerler (-diye) Kur'an; öyle ki ne zaman eriştiler ona (Kur’an’a); dediler: “Kulak verin/sessizce dinleyin”; öyle ki ne zaman tamamlandı o (Kur’an’ın dinlenmesi) döndüler kavimlerine uyaranlar (olarak).


Tevil
 


9:84.

Ve salla edilmez onlardan ölen birine; ebediyen/ilelebet; ve dikelme/kıyam etme/ayakta durma/dikleşme onun kabrinde; doğrusu onlar kâfirlik ettiler Allah'a ve resulüne/elçisine onun; ve öldüler; ve onlar fasıklar/sapkınlar (olarak).

 


Tevil
 


9:103.

Al mallarından onların bir sadaka; temizler onları (sadaka); ve arındırır onları (sadaka) kendisiyle; ve salli et onlara; doğrusu senin sallin/salatın sakinlik/dinginlik verir onlara; ve Allah işitendir bilendir.


Tevil
 


33:43.

O (Allah) ki salla eder sizlere; ve melekleri (de) onun; çıkarmak için sizleri karanlıklardan aydınlığa/nura; ve oldu O (Allah) müminlere bir Rahîm (Rahman/merhamet sıfatının anne rahminde tecelli etmesi gibi).


Tevil
 


33:56.

Doğrusu Allah ve melekleri onun salla ederler nebiye/peygambere; ey iman etmiş kimseler; salla edin ona; ve teslim olun bir teslim (-le).


Tevil
 


108:1.

Doğrusu biz; verdik sana kevseri/bol bol/çok olanı/Kur’an’ı.


Tevil
 


108:2.

Öyle ki salla et Rabbine; ve göğüsleyerek karşı dur.


Tevil
 


108:3.

Doğrusu nefret besleyen sana; odur kesik.


Tevil
 


2:3.

Kimseler; iman ederler gayba/görünmeyene/gizliye; ve dikerler/ayağa kaldırırlar salatı/hemen arkasından takip etmeyi (Kur’an’ı); ve rızıklandırdığımızdan onları infak ederler/harcarlar.


Tevil
 


2:43.

Ve dikin/ayağa kaldırın salatı/hemen arkasından takip etmeyi (Kur’an’ı); ve verin zekâtı/vergiyi; ve eğilin/dize gelin/baş eğin eğilenlerle/dize gelenlerle/baş eğenlerle birlikte.


Tevil

‘rkeu’ kelimesi kökü (ركع) reverans/selam ya da teşekkür anlamına eğilme ya da diz kırma biçiminde yapılan hareket (bow), diz çökmek (kneel), teslim olmak/kabullenmek (submit), dize gelmek (surrender), olup namazda başı ve omurgayı eğmek (rüku etmek) (bow in pray), alçakgönüllülük ve kibirden yoksun olmayı belirtmek için başı eğmek (ibadette veya başka durumlarda) (to denote humility and self-abasement either in worship or in other cases.), yaşlanmaya bağlı başın eğilmesi (he lowered his head and he (an old man) bowed himself, or bent himself, or became bowed or bent, by reason of age), yorgun devenin başını eğmesi, hurma ağacının eğilmesi, zengin birisinin daha sonradan fakirleşmesi sonrası önceki yeterliliğini, durumunun azalması, alçalması) anlamındadır. Lane's Lexicon, page 1153 (of 3039)



3:43.

Ey Meryem! Alçak gönüllü ol/uysal ol Rabbine; ve secde et/teslim ol; ve rükû et/eğil/dize gel/baş eğ rükû edinlerle/eğilenlerle/dize gelenlerle/baş eğenlerle birlikte.


Tevil

 

Rükû için; bak 2:43

 



22:77.

Ey iman etmiş kimseler! Ve rükû edin/eğilin/dize gelin/baş eğin; ve secde edin/teslim olun; ve kulluk edin Rabbinize; ve hayır/iyilik faaliyetinde bulunun; belki de sizler felaha/kurtuluşa kavuşursunuz.

 


Tevil
Rükû için; bak 2:43


77:48.

Ve denildiği zaman onlara rükû edin/eğilin/dize gelin/baş eğin; rükû etmezler/eğilmezler/dize gelmezler/baş eğmezler.


Tevil
Rükû için; bak 2:43


2:125.

Ve o zaman yaptık beyti/evi bilinci geri döndürme yeri insanlara; ve bir güvenlik; ve edinin/tutun/alın İbrahim'in dikelme/ayağa kalkma/doğrulma yerinden; bir salla yeri; ve antlaştık/ahitleştik İbrahim’le ve İsmail'le ki o ikisi temizler evimi; etrafta dolaşanlar için; ve adananlar/kendini vakfedenler (için); ve rükû edenler/eğilenler/dize gelenler/baş eğenler (için); secde edenler/teslim olanlar (için).


Tevil

(ثوب) dönmek (return), geri gelmek (come back), bir şeyin veya durumun geri gelmesi (come back a state or conditon), bilincin tekrar kazanılması (regain conciousness), duygunun iyileşmesi (recover a sense), ödüllendirmek (reward), tekrar ödemek (repay) anlamındadır. Hans Wehr 4th ed., page 130 (of 1303)

(طوف) etrafta gitmek (go about), etrafta yürümek (walk around), etrafta gezinen (ride about) anlamındadır. Hans Wehr 4th ed., page 671 (of 1303)



5:55.

Veliniz sizin ancak Allah’tır; ve resulü/elçisidir onun; ve iman etmiş kimselerdir; kimseler; dikerler/ayağa kaldırırlar salatı/hemen arkasından takip etmeyi (Kur’an’ı); ve verirler zekâtı/vergiyi ve onlar eğilenler/dize gelenler/baş eğenler.


Tevil
 


9:112.

Tevbe edenler; kulluk edenler; hamd (en yüce övgüyü) edenler; seyahat edenler (Allah için); rükû edenler/eğilenler/dize gelenler/baş eğenler; secde edenler/teslim olanlar; emredenler evrensel kabul edilmişle; ve engelleyenler/yasaklayanlar iğrençleştirilmişten/çirkinleştirilmişten; ve koruyanlar Allah'ın hudutlarını; ve müjdele müminleri.


Tevil
 


22:26.

Ve o zaman saptadık/tespit ettik İbrahim'e beytin/evin mekanını/yerini; ki ortak etme/ortaklaştırma benimle bir şey; ve temizle beytimi/evimi; etrafta dolaşanlar için; ve dikelmişler/ayağa kalkmışlar/doğrulmuşlar (için); ve rükû edenler/eğilenler/dize gelenler/baş eğenler (için); secde edenler/teslim olanlar (için).


Tevil
 


38:24.

Dedi (Davut): “Ant olsun, zulmetti sana sormakla/istemekle dişi koyununu senin kendi koyunlarına; ve doğrusu, çoğu karışanlardan/ortaklardan mutlak güçlü gelir bir kısmı onların diğer bir kısmı üzerine; kimseler dışında; inandılar ve yaptılar düzeltici-iyileştirici-barışa yönelik işler; ve ne azdır onlar; ve zannetti Davut o durumda denediğimizi onu; öyle ki mağfiret diledi/bağışlanma diledi Rabbinden; ve kapandı yere rükû ederek/eğilerek/dize gelerek/baş eğerek; ve döndü/tevbe etti.


Tevil
 


48:29.

 

Muhammed resulüdür/elçisidir Allah'ın; ve onunla birlikte (olan) kimseler şiddetlidirler kâfirlere/gerçeği örtüp gizleyenlere karşı; merhametlidirler kendi aralarında; görürsün onları rükû edenler/eğilenler/dize gelenler/baş eğenler; secde edenler/diz çöküp boyun eğenler; ararlar bir fazıl/lütuf Allah’tan; ve bir rıza; yüzlerindeki simaları onların eserindendir secdelerin/teslim olmaların; işte bu; misalleridir onların Tevrat'ta; ve misalleridir onların İncil’de; bir zer/bir tohum (ki) çıkardı filizini; öyle ki kaplayarak güçlendirdi (filiz) onu (tohumu); öyle ki kalınlaştı/sertleşti; öyle ki istiva etti/seviyeledi gövdesinin üstüne; hayranlıkla zevk alır zer/tohum ekenler; kızması için/öfkelenmesi için onlara kâfirlerin/gerçeği örtüp gizleyenlerin; vaat etti Allah kimselere; iman ettiler; ve yaptılar düzeltici-iyileştirici-barışa yönelik işler onlardan (iman edenlerden); bir mağfiret/bir bağışlanma; ve büyük bir ecir/karşılık.

 


Tevil
 


2:45.

Ve yardım/destek isteyin sabırla/metanetli direnmeyle; ve salatla; ve doğrusu o (salat) mutlak bir büyüktür (yüktür); dışındadır haşyet/derin saygı duyanlar üzerine (olan).


Tevil
 


2:83.

Ve o zaman aldık bir sözleşme/misak İsrailoğullarından; kulluk etmeyesiniz; ancak Allah'a; ve ana babayla bir güzellik; ve yakınlık sahibine (de); ve yetimlere (de); ve miskinlere/açlık sınırında yaşayanlara (da); ve deyin insanlar için güzelliği; ve dikin/ayağa kaldırın salatı; ve verin zekâtı; sonra döndünüz; bir az dışında sizlerden; ve sizler direnç gösterenlersiniz/karşı çıkanlarsınız.


Tevil
 


2:110.

Ve dikin/ayağa kaldırın salatı; ve verin zekâtı; ve nefisleriniz için önceden gönderdiklerinizi hayırdan; bulursunuz onu Allah'ın indinde/katında; doğrusu Allah yaptıklarınızı görendir.


Tevil
 


2:153.

Ey iman etmiş kimseler! Yardım/destek isteyin sabırla/metanetli direnmeyle; ve salatla; doğrusu Allah birliktedir sabredenlerle/metanetli direnenlerle.


Tevil
 


2:157.

İşte bunlar; onlaradır salatlar Rablerinden; ve bir rahmet; ve işte bunlar; onlardır doğru yola kılavuzlular.


Tevil
 


2:177.

Değildir erdem ki çevirirsiniz yüzlerinizi doğu ve batı kıbleye/yönüne; fakat erdem kimsededir; iman etti Allah'a ve ahiret gününe; ve meleklere; ve kitaba (Kur’an’a); ve nebilere/peygamberlere; ve verdi malını -üzerindedir sevgisi-; yakında olanlara; ve yetimlere; ve açlık sınırında yaşayanlara; ve yolun oğluna/evsize; ve isteyenlere/talep edenlere; ve boyunlardadır (boyunduruğu çözmededir); ve dikti/ayağa kaldırdı salatı; ve verdi zekâtı; ve yerine getirenler antlaşmalarını antlaştıkları zaman; ve sabrederler/metanetli direnirler sefalette/sıkıntıda; ve başı darda/bunalımda; ve seferberlik zamanında; işte bunlar doğru kimselerdir; ve işte bunlar; onlardır muttakiler/takva sahipleri.


Tevil
 


2:238.

Koruyun/muhafaza edin salatları; ve orta/en iyi salatı; ve dikelin/ayağa kalkın Allah için; kanaat edenler (olarak).


Tevil
 


2:277.

 

Doğrusu kimseler; iman ettiler; ve yaptılar düzeltici-iyileştirici-barışa yönelik işler; ve diktiler/ayağa kaldırdılar salatı/hemen arkasından takip etmeyi (Kur’an’ı); ve verdiler zekâtı; onlaradır ecirleri/karşılıkları; indindedir/katındadır Rablerinin; ve yoktur bir korku onlara; ve onlar hüzünlenmezler.

 


Tevil
 


4:43.

Ey iman etmiş kimseler! Yaklaşmayın salata; ve sizler sarhoşlar/aklı örtmüşler (olarak); ta ki bilersiniz dediğinizi; ve de bir cünüp (-ken)/bir uzak (-ken) (temizlikten)-dışındadır bir yol gelip geçenler- ta ki guslederler/yıkanırlar/banyo yaparlar; ve eğer oldunuz hastalar ya da bir sefer üzerine; ya da geldi biriniz sizden gaitadan/dışkılamaktan ya da dokundunuz/cinsel ilişkiye girdiniz kadınlara; öyle ki asla bulamadınız bir su; öyle ki teyemmüm edin/sürün iyi/hoş/yumuşak toprağa/kuma; öyle ki sıvazlayın yüzlerinize ve ellerinize; doğrusu Allah oldu afüv/affeden; gafur/bağışlayan.


Tevil

Salat’a hangi kimseler yaklaşamaz;

Sarhoş olmuşlar (alkol, hap, toz, uyuşturucu vb. nedeniyle), aklı örtülmüş olanlar yani sağlıklı karar veremeyenler ne dediklerini bilinceye kadar salata katılamazlar. Katılmama nedenleri abuk sabuk konuşarak başka insanları rahatsız etmeleri, salata engel olabilmeleridir. Bu kimseler salattan da bir şey anlamayacaklardır. Ancak akılları başlarına gelince salata katılabilirler.

Cünüp ne demek?

‘cunuben’ (جنب) kelimesi kökü bir yana dönmek (turn aside), uzaklaşmak (ward off), uzak durmak (keep away, keep far), sakınmak (stun), uzak olmak (be distant), kenarda kalmak (be or remain by the side) anlamındadır. Ayette tekil, eril isim kelimesi gelmiş olup ‘uzak, kenar’ anlamındadır.

Uzun zaman yıkanmamış, banyo yapamamış kimseler temizlikten uzaklaştıkları için cünüp olarak isimlendirilir. Yüce Allah bu kimselerin yıkanmasını emretmektedir. Cünüplüğün cinsel ilişkiyle ilgisi yoktur.

Cünüp hale gelmiş yani temizlikten uzak kalmış olanlar yayabilecekleri pis koku nedeniyle salata katılamazlar. Bu kimseler banyo yaparak temizleneceklerdir. Daha sonra abdest alma sürecine gireceklerdir. Eğer orada yaşamayan, gelip geçen bir kimseyse ve banyo yapma imkânı yoksa direkt olarak abdest alma sürecine girecektir.

Abdest süreci;

Abdesti Kur’an’a göre iki şey bozar.

1. Cinsel ilişki olmuşsa

2. Dışkılama olmuşsa yani gaita çıkışı olmuşsa.

 

Abdest gerekirse;

Su varsa; eller dirseklere kadar yıkanır. Yüz yıkanır. Baş mesh edilir. Ayaklar mesh edilir.

Su yoksa ya da hastalık varsa ya da sefer hali varsa temiz ve yumuşak bir toprakla/kumla eller ovuşturulur ve yüze sürülür.

Şema olarak gösterilmesi;

Gusül abdesti nedir? Cünüplük nedir? Cenabet nedir?

Abdest alma süresi;

Abdest nasıl alınır? Abdesti neler bozar? Namaz abdesti nedir? Kur'an'a göre abdest nasıl alınır?

 

 



4:77.

Görmez misin kimseleri? Denildi onlara; çekin ellerinizi; ve dikin/ayağa kaldırın salatı/hemen arkasından takip etmeyi (Kur’an’ı); ve verin zekâtı; öyle ki ne zaman yazıldı onlara savaş; o zaman bir fırka/bir bölük onlardan haşyet duyar/derin saygı duyar insanlara; haşyet duyar/derin saygı duyar gibi Allah'a; ya da daha şiddetli bir haşyet duyma/derin saygı duyma; ve dediler: “Rabbimiz! Niçin yazdın bize savaş? Keşke tehir etseydin/erteleseydin bizi yakın bir ecele/bir süreye”; de ki: “Dünya metası/yararlanması azdır; ve ahiret hayırlıdır; kimse için; takvalı oldu/sakındı; ve zulmedilmez sizlere bir fitil/bir sicim (kadar).


Tevil
 


4:142.

Doğrusu münafıklar/iç yüzünü gizleyenler aldatmaya çalışırlar Allah'ı; ve O (Allah) aldatır onları; ve dikeldikleri/ayağa kalktıkları zaman salata; dikeldiler/ayağa kalktılar üşengeç/umursamaz; gösteriş yaparlar insanlara; ve anmazlar Allah'ı; ancak biraz.


Tevil
 


4:162.

Fakat onlardan ilimde kök salanlar; ve müminler; iman ederler sana indirilene ve senden önce indirilene; ve dikenlerdir/ayağa kaldıranlardır salatı/hemen arkasından takip etmeyi (Kur’an’ı); ve verenlerdir zekâtı; ve iman edenlerdir Allah'a ve ahiret gününe; işte bunlar; getireceğiz/vereceğiz onlara bir büyük ecir/karşılık.


Tevil
 


5:6.

Ey iman etmiş kimseler! Dikeldiğiniz/ayağa kalktığınız zaman salata; öyle ki yıkayın/gusledin yüzlerinizi ve ellerinizi dirseğe doğru; ve mesh edin/sıvazlayın başlarınızı ve ayaklarınızı iki topuğa doğru; ve eğer oldunuz bir cünüp/bir uzak (temizlikten); öyle ki temizlenin/yıkanın; ve eğer oldunuz hastalar; ya da bir sefer üzerinde; ya da geldi biriniz sizden gaitadan/dışkılamaktan; ya da dokundunuz/cinsel ilişkiye girdiniz kadınlara; ve asla bulamadınız bir su; öyle ki teyemmüm edin/sürün iyi/hoş/yumuşak toprağa/kuma; öyle ki sıvazlayın yüzlerinize ve ellerinize ondan (topraktan/kumdan); razı olur değildir Allah yapmaya sizlere zorluktan/darlıktan; fakat razı olur/arzular temizlemeye sizleri ve tamamlamaya kendi nimetini sizlere; belki sizler şükredersiniz.


Tevil
 


5:12.

Ve ant olsun aldı Allah bir misak/sözleşme İsrailoğullarından; ve gönderdik onlardan on iki lider; ve dedi Allah; doğrusu ben sizinle birlikteyim; eğer diktiniz/ayağa kaldırdınız salatı; ve verdiniz zekâtı; ve iman ettiniz resullerime/elçilerime; ve desteklediniz onları; ve borç verdiniz Allah'a güzel bir borç; mutlak kâfirlik ederim/ örterim sizlerden günahlarınızı; ve mutlak sokarım sizleri cennetlere; akar altından onun nehirler; öyle ki kim kâfirlik etti/gerçeği örttü bundan sonra sizlerden; öyle ki muhakkak dalalet içinde oldu/saptı düz yoldan.


Tevil
 


5:58.

Ve davet/çağrı aldıkları zaman salata; edindiler/tuttular onu (salatı) bir eğlence ve oyun; işte bu; olmalarıyladır onların bir kavim/topluluk; akletmezler.


Tevil
 


5:91.

Ancak arzu eder şeytan ki düşürsün aranıza husumet ve nefret; aklı örten içinde; ve şans oyunu/kumar (içinde); ve uzaklaştırmak/alıkoymak Allah'ın zikrinden ve salattan; öyleyse sizler nehy edenler/geri duranlar/dizginleyenler misiniz?


Tevil
 


5:106.

 

Ey iman etmiş kimseler! Şahitlik/tanıklık (olsun) aranızda; geldiği/ulaştığı/ziyaret ettiği zaman sizlerden birine ölüm; esnasında vasiyet adil iki kişi (olsun) sizlerden ya da başka iki kişi sizlerden olmayan; eğer sizler darp ettiyseniz/vurduysanız (ayakları) yerde/yeryüzünde; o durumda isabet etti size ölüm musibeti; tutun o ikisini salattan sonra; öyle ki yemin etsin o ikisi Allah'a eğer şüphelendiyseniz; satmayız onu (yemini) bir bedele; ve eğer olsa (da) yakınlık sahibi ve de gizlemeyiz şahitliğini Allah'ın; doğrusu biz o zaman mutlak günahkâr kimselerdeniz (diye).

 


Tevil
 


6:72.

Ve ki dikin/ayağa kaldırın salatı/hemen arkasından takip etmeyi (Kur’an’ı); ve takvalı olun O’na; ve O ki; O’na haşr olunursunuz/bir araya getirilirsiniz.


Tevil
 


6:92.

Ve bu; bir kitaptır; indirdik onu; mübarektir; doğrulayıp tasdik edicidir iki elleri arasında olanı; ve uyarman içindir kentlerin anasını; ve kimseyi, çevresindedir onun; ve kimseleri, iman ederler ahirete; iman ederler buna (kitaba); ve onlar salatlarını/hemen arkasından takip etmelerini (Kur’an’ı) korurlar.


Tevil
 


6:162.

De ki: “Doğrusu benim salatım/hemen arkasından takip etmem (Kur’an’ı); ve adanmış tarzım; ve hayatım; ve ölümüm; Allah içindir; alemlerin Rabbi.


Tevil
 


7:170.

Ve kimseler; sımsıkı sarılırlar/yapışırlar kitaba (Kur’an’a); ve dikerler/ayağa kaldırırlar salatı/hemen arkasından takip etmeyi (Kur’an’ı); doğrusu biz; zayi etmeyiz düzeltici-iyileştirici-barışa yönelik işler yapanların ecrini/karşılığını.


Tevil
 


8:3.

Kimseler; dikerler/ayağa kaldırırlar salatı/hemen arkasından takip etmeyi (Kur’an’ı); ve rızıklandırdığımızdan onları infak ederler/harcarlar.


Tevil
 


8:35.

Ve olmuş değildir salatı onların; beytin/evin yanındaki; ancak ıslık çalma ve el çırpma; öyleyse tadın azabı; kâfirlik eder/gerçeği örtüp gizler olduğunuzdan.


Tevil
 


8:32.

Ve o zaman dediler: “Ya Allah! Eğer olduysa bu; o (Kur’an) bir hak/gerçek senin katından; öyle ki yağdır üzerimize bir taş gökten; ya da getir bize acıklı/elim bir azap.


Tevil
 


9:5.

Öyle ki sonlandığı zaman haram aylar; öyleyse katledin müşrikleri/ortak koşanları her nerede buldunuz onları; ve tutun/alın onları; ve kuşatın/sınırlayın onları; ve oturup bekleyin onları her bir rasat yerinde/gözlem yerinde; öyle ki eğer tevbe ettilerse; ve diktilerse/ayağa kaldırdılarsa salatı; ve verdilerse zekâtı; öyle ki serbest bırakın yollarını onların; doğrusu Allah gafurdur/bağışlayandır; rahîmdir.


Tevil
 


9:11.

Öyle ki eğer tevbe ettilerse; ve diktilerse/ayağa kaldırdılarsa salatı; ve verdilerse zekâtı; öyle ki kardeşlerdir sizlere dinde; ve detaylı açıklarız ayetleri; bilir bir kavim için.


Tevil
 


9:18.

 

İmar eder Allah'ın mescitlerini/secde edilen yerlerini; ancak (bir) kimse (ki); iman etti Allah'a ve ahiret gününe; ve dikti/ayağa kaldırdı salatı; ve verdi zekâtı; ve asla haşyet/çekince hissetmez o; ancak Allah'a; öyle ki belki bunlar; ki olurlar doğru yola kılavuzlananlardan.

 


Tevil
 


9:54.

Ve mâni olmuş/engel olmuş değildir onlara ki kabul edilir onlardan infakları/harcamaları; ancak Allah'a ve O’nun resulüne/elçisine kâfirlik etmelerinden/gerçeği örtüp gizlemelerindendir; ve gelmezler salata; ve ancak onlar üşengeç/umursamaz; ve infak etmezler/harcamazlar; ve ancak onlar kerhen/ istemeyerek.


Tevil
 


9:71.

Ve mümin erkekler; ve mümin kadınlar; onların bir kısmı velileridir bir kısmın; emrederler evrensel kabulleri/normları ve engellerler iğrençleştirilmişten/çirkinleştirilmişten; ve dikerler/ayağa kaldırırlar salatı/hemen arkasından takip etmeyi (Kur’an’ı); ve verirler zekâtı; ve itaat ederler Allah'a ve O’nun resulüne/elçisine; işte bunlar, rahmet edecektir onlara Allah; doğrusu Allah azizdir/güçlüdür; hakimdir/bilgedir.


Tevil
 


109:1.

De ki: “Ey kâfirler/gerçeği örtüp gizleyenler!”


Tevil
 


109:2.

"Kulluk etmem; kulluk eder olduğunuza."


Tevil
 


109:3.

"Ve değilsiniz sizler kulluk edenler; benim kulluk eder olduğuma."


Tevil
 


109:4.

"Ve değilim ben bir kulluk eden; sizin kulluk ettiğinize."


Tevil
 


109:5.

"Ve değilsiniz sizler kulluk edenler; benim kulluk eder olduğuma."


Tevil
 


109:6.

"Sizedir sizin dininiz; ve banadır benim dinim."


Tevil
 


9:99.

Ve araplardan; kim iman eder Allah'a; ve ahiret gününe; ve tutar/edinir infak ettiğini/harcadığını Allah’ın indinde/katında yakınlıklar; ve salatları resulün/elçinin; doğrusu o bir yakınlıktır onlara değil mi?; sokacak onları Allah rahmetinin içine; doğrusu Allah gafurdur/kolayca bağışlayandır; rahîmdir/merhameti tecelli ettirendir.


Tevil
 


10:87.

Ve vahyettik Musa'ya ve kardeşine ki yerleşim yeri edinin ikiniz kavminiz için; şehirde evler; ve yapın evlerinizi bir kıble; ve dikin/ayağa kaldırın salatı; ve müjdele müminleri.


Tevil
 


11:114.

Ve dik/ayağa kaldır salatı iki tarafında gündüzün; ve yakınlarında gecenin; doğrusu güzellikler giderir rezillikleri/iğrençlikleri; işte bu bir zikirdir/hatırlatmadır hatırlayanlara.


Tevil
 


13:22.

Ve kimseler; sabrederler/metanetle direnirler; arayan Rablerinin yüzünü; ve diktiler/ayağa kaldırdılar salatı; ve infak ettiler/harcadılar rızıklandırdığımızdan onları; sırlı şekilde/gizlice ve alenen/bildirerek; ve savarlar/def ederler güzellikle rezilliği/iğrençliği; işte bunlar; onlaradır sonu diyarın/yurdun.

 


Tevil
 


14:31.

De ki kullarıma; iman etmiş kimselere; diksinler/ayağa kaldırsınlar salatı; ve infak etsinler/harcasınlar rızıklandırdığımızdan onları; sırlı şekilde/gizlice ve alenen/bildirerek; önceden ki gelir bir gün; yoktur bir alışveriş onda; ve yoktur bir dostluk.


Tevil
 


14:37.

Rabbimiz! Doğrusu ben (İbrahim) yerleştirdim bir vadiye zürriyetimden; olmayan ekin sahibi; senin haram edilmiş evinin yanında; Rabbimiz! Dikmeleri/ayağa kaldırmaları için salatı; öyle ki yap kalp gözleri insanlardan; kılavuzlanır onlara doğru; ve rızıklandır onları meyvelerden; belki onlar şükrederler.


Tevil
 


14:40.

Rabbim! Yap beni (İbrahim) diken/ayağa kaldıran salatı; ve zürriyetimden; Rabbimiz! Ve kabul et çağrımı/duamı.


Tevil
 


17:78.

 

Dik/ayağa kaldır salatı; Güneş’in batmasından gecenin karanlığına kadar; ve fecrin/şafağın/tanyerinin/seherin toplanması (da); doğrusu fecrin/şafağın/tanyerinin/seherin toplanması oldu bir tanık/şahit olunan.

 


Tevil
 


17:110.

De ki: “Çağırın/dua edin Allah (diye) veya çağırın/dua edin Rahman (diye); çağırdığınız/dua ettiğiniz hangisiyse”; öyle ki O'nadır en güzel isimler; sesini yükseltme salatında; sessiz (de) etme onu; bakın/ara arasında bunun bir yol.


Tevil
 


19:31.

Ve yaptı (Allah) beni (İsa) bir mübarek/bereketlendirilmiş, her nerede olduysam; ve vasiyet etti bana salatı ve zekâtı; daim olduğum (sürece) hayatta.


Tevil
 


19:55.

Ve oldu (İsmail); emreder ahalisine/halkına salatı ve zekâtı; ve oldu (İsmail) Rabbi indinde/katında razı olunan.


Tevil
 


19:59.

Öyle ki halife oldu/ardından geldi onlardan sonra bir halef/ardından gelen; zayi ettiler/kaybettiler salatı; ve tabi oldular şehvetlerine; öyle ki yakında karşılaşırlar bir yanılmaya/yanlışa sapmaya.


Tevil
 


20:14.

Doğrusu ben; benim Allah; yoktur ilah benim dışında; öyle ki kulluk et bana; ve dik/ayağa kaldır salatı; zikrim (Kur’an) için.


Tevil
 


15:1.

A-L-R; şu; ayetleridir kitabın; ve Kur'an'ın; apaçık.


Tevil
 


15:2.

Belki ister/arzu eder kâfirlik etmiş/gerçeği örtüp gizlemiş kimseler; keşke olsaydılar müslümanlar/teslim olanlar.


Tevil
 


15:3.

Bırak onları; yesinler ve yararlansınlar; ve oyalar onları emel/ümit; öyle ki yakında bilirler.


Tevil
 


15:4.

Ve helak etmiş değiliz hiçbir kenti; dışında (ki) ve onadır (kentedir) bir kitap; bilinen.


Tevil
 


15:5.

Öne geçer değildir hiçbir ümmet; kendi ecelini; ve değildir (onlar) geri bırakırlar.


Tevil
 


15:6.

Ve dediler: “Ey kendisine zikir/hatırlatma (Kur’an) indirilen kimse! Doğrusu sen mutlak mecnunsun/aklı gizlenmişsin.”


Tevil
 


15:7.

“Neden gelir değilsin bizlere meleklerle; eğer olduysan doğrulardan.”


Tevil
 


15:8.

İndirir değiliz melekleri; ancak hakla/gerçekle; ve olmuş değillerdir o zaman mühlet verilenler.


Tevil
 


15:9.

Doğrusu biziz; biz indirdik zikri/hatırlatmayı (Kur’an’ı); ve doğrusu biziz ona (zikre/hatırlatmaya/Kur’an’a) mutlak koruyucular.


Tevil
 


20:132.

Ve emret ahaline/halkına salatı; ve bağlan sabırla ona (salata); sormayız sana bir rızık; biz rızıklandırırız seni; ve akıbet/son takvalılaradır/sakınanlaradır.


Tevil
 


21:73.

Ve yaptık onları emirler/liderler; doğru yola kılavuzlarlar emrimizle; ve vahyettik onlara faaliyet yapmayı; hayırlar/iyilikler; ve ikame edenler/dikenler/ayağa kaldıranlar salatı; ve verenler zekâtı; ve oldular bize kulluk edenler.


Tevil
 


22:35.

Kimseler; anıldığı zaman Allah korkar kalpleri; ve sabrederler/metanetli direnenler onlar üzerine isabet edene; ve dikenler/ayağa kaldıranlar salatı; ve rızıklandırdığımızdan onları infak ederler/harcarlar.


Tevil
 


22:40.

Kimseler; çıkarıldılar diyarlarından haksız yere; sadece ki derler: “Rabbimiz Allah'tır”; fakat olmasaydı defetmesi Allah'ın insanların bir kısmını onların bir kısmıyla; mutlak yıkılırdı manastırlar; ve kiliseler; ve salatlar; ve mescitler; anılır orada Allah'ın ismi çokça; ve mutlak yardım eder Allah O’na (Allah’a) yardım eden kimseye; doğrusu Allah mutlak kuvvetlidir; güçlüdür.


Tevil
 


22:41.

Kimseler; eğer güçlendirsek/sağlam şekilde yerleştirsek yerde/yeryüzünde; dikerlerdi/ayağa kaldırırlardı salatı; ve verirlerdi zekâtı; ve emrederlerdi evrensel kabullerle/normlarla; ve engellerlerdi/yasaklarlardı iğrençleştirilmişten/çirkinleştirilmişten; ve Allah'adır akıbeti emirlerin/işlerin.


Tevil
 


22:78.

Ve mücadele edin Allah uğrunda, gerçek/hak mücadelesi (-yle) onun; O seçti sizi; ve yapmış değildir üzerinize dinde hiçbir güçlük/zorluk; babanız İbrahim'in inanç öğretisi; O (Allah) önceden isimlendirdi sizi, müslümanlar; ve bunda, olması için resûlün/elçinin üzerinize bir tanık/bir şahit; ve olmanız için sizin tanıklar/şahitler insanlar üzerine; öyleyse kaldırıp ayakta tutun salatı ve verin zekâtı; ve sarılın Allah'a; O'dur mevlânız/sahibiniz. Öyle ki bir muhteşem mevlâ/sahip; ve bir muhteşem yardımcı.


Tevil
 


23:2.

Kimseler; onlar salatlarında huşu içindedirler/alçak gönüllülükle boyun eğenlerdir/teslim olanlardır.


Tevil
 


23:9.

Ve kimseler; onlar kendi salatlarını korurlar.


Tevil
 


24:37.

Adamlar (ki); oyalamaz onları ticaret; ve de alışveriş; zikrinden Allah'ın; ve ikame edenler/dikenler/ayağa kaldıranlar salatı; ve verenler zekâtı; korkarlar bir günden; ters döner onda kalpler; ve gözler.


Tevil
 


24:41.

Görmez misin? Doğrusu Allah'ı; tesbih eder O’nu, göklerdeki ve yerdeki/yeryüzündeki kimse; ve kuş; saflar halinde; her biri muhakkak ki bildi kendi salatını; ve tesbihini; ve Allah bilendir onların yaptıklarını.


Tevil
 


24:56.

Ve dikin/ayağa kaldırın salatı; ve verin zekâtı; ve itaat edin resule/elçiye; belki sizler merhamet edilirsiniz.


Tevil
 


24:58.

Ey iman etmiş kimseler! İzin istesin sizlerden kimseler; malik oldu sağ elleriniz; ve kimseler; asla ulaşmayanlar erginliğe sizlerden; üç vakitlerde; fecir/şafak/tanyeri/seher salatı öncesinde; ve öğlende elbiselerinizi bir kenara bıraktığınız zaman; ve sonrasında akşam salatı; üçtür avret/edep (zamanı) sizlere; yoktur sizlere; ve yoktur onlara bir günah bunlardan sonra; bir kısmınızın bir kısım üzerine dolaşmaları; işte böyledir; beyan eder Allah sizlere ayetleri; ve Allah bilendir; hakimdir/bilgedir.


Tevil
 


27:3.

Kimseler; dikerler/ayağa kaldırırlar salatı; ve verirler zekâtı; ve onlar; ahirete onlar; kesinleşirler/emin olurlar.


Tevil
 


29:45.

Oku vahyedileni sana kitaptan; ve dik/ayağa kaldır salatı; doğrusu salat engeller/men eder vahşetten/fuhuştan/ahlaksızlıktan; ve iğrençleştirilmişten/çirkinleştirilmişten; ve mutlak ki zikri Allah'ı en büyüktür; ve Allah bilir ürettiklerinizi.


Tevil
 


30:31.

Dönenler (olun) O'na; ve takvalı olun O'na ; ve dikin/ayağa kaldırın salatı; ve olmayın müşriklerden/ortak koşanlardan.


Tevil
 


31:4.

Kimseler; dikerler/ayağa kaldırırlar salatı; ve verirler zekâtı; ve onlar; ahirete onlar; kesinleşirler/emin olurlar.


Tevil
 


31:17.

Ey oğlum! Dik/ayakta tut salatı; ve emret evrensel kabulleri/normları; ve engelle/yasakla iğrençleştirilmişten/çirkinleştirilmişten; ve sabret/metanetle diren üzerine isabet edene; doğrusu bunlar azimden/engelleri aşma kararlılığından işlerdir.


Tevil
 


33:33.

Ve vakarlı olun/oturaklı olun (kadınlar) evlerinizde; ve cazibe sergilemeyin (kadınlar) ilk cahiliye cazibe sergilemesi (gibi); ve dikin/ayakta tutun (kadınlar) salatı; ve verin (kadınlar) zekâtı; ve itaat edin (kadınlar) Allah'a ve resulüne/elçisine; ancak arzu eder Allah gidermek sizlerden pisliği; beyt/ev ahalisi! Ve temizler sizleri bir temizlik (-le).


Tevil
 


35:18.

 

Ve üstlenmez/yüklenmez bir yüklenici başkasının yükünü; ve eğer çağırsa bir ağır yük yüklenen, yüklenmeye onu (yükü); yüklenmez (çağrılan) ondan (yükten) bir şey; kaldı ki olsa (bile) yakınlık sahibi; ancak uyarırsın kimseleri; haşyet duyarlar/korkarlar Rablerinden gaybla/gizliyle/bilinmezle (gözleriyle görmedikleri halde); ve dikerler/ayağa kaldırırlar salatı; ve kim zekâtlanırsa/arınırsa (verirse zekâtı) ; öyle ki ancak zekâtlanmış/arınmış olur (vermiş olur zekâtı) kendi nefsin için; ve Allah'a doğrudur dönüş yeri.

 

 


Tevil
 


35:29.

Doğrusu kimseler; okurlar Allah'ın kitabını; ve diktiler/ayağa kaldırdılar salatı; ve infak ettiler/harcadılar rızıklandırdığımızdan onları; sırlı şekilde/gizlice ve alenen/bildirerek; umarlar bir ticaret asla perişan olmaz.


Tevil
 


42:38.

Ve kimseler; cevap verdiler/icabet ettiler Rablerine; ve diktiler/ayakta tuttular salatı; ve işleri/emirleri şuradır/danışmadır aralarında; ve rızıklandırdığımızdan infak ederler/harcarlar.

 


Tevil
 


58:13.

Tasalandınız mı? Ki takdim edersiniz eliniz arasında, gizli konuşmanızda sadakalar/harçlar; öyle ki o zaman asla faaliyete geçemezsiniz; ve tevbe etti/döndü Allah sizlere; öyle ki dikin/ayağa kaldırın salatı; ve verin zekâtı; ve itaat edin Allah'a ve resulüne/elçisine; ve Allah haberdardır yaptıklarınızdan.


Tevil
 


62:9.

Ey iman etmiş kimseler; nida edildiğiniz/çağrıldığınız zaman salat için toplanma/cuma günü; öyle ki yürüyün/hareketlenin Allah'ı zikrine/hatırlatmasına doğru; ve bırakın alışverişi; işte bunlarsınız; hayırlıdır sizlere; eğer olduysanız bilenler.


Tevil
 


62:10.

Öyle ki tamamlandığı/sonlandığı zaman salat; öyle ki dağılın yeryüzüne; ve arayın/bakının fazlından/lütfundan Allah'ın; ve zikredin/anın Allah'ı çokça; belki sizler felaha erersiniz/başarırsınız.


Tevil
 


73:20.

Doğrusu Rabbin bilir ki sen dikelirsin/ayağa kalkarsın gecenin 2/3’ünden yakınına; ve yarısında onun (gecenin); ve 1/3’ünde onun (gecenin); ve bir grup/tayfa (da) seninle birlikte (olan) kimselerden; ve Allah takdir eder/ölçeklendirir geceyi ve gündüzü; bildi ki asla sayamazsınız/kapsayamazsınız onu; öyle ki tevbe etti/döndü sizlere; öyleyse okuyun/çalışın kolay geleni Kur'an’dan; bildi ki olacak içinizden hastalar; ve başkaları, darp ederler/vururlar (ayakları) yerde/yeryüzünde; aranırlar/bakınırlar fazlından/lütfundan Allah'ın; ve başkaları, katlederler/savaşırlar Allah yolunda; öyleyse okuyun/çalışın kolay geleni ondan (Kur’an’dan); ve dikin/ayağa kaldırın salatı; ve verin zekâtı; ve borç verin Allah'a; güzel bir borç; ve taktim ettikleriniz/verdikleriniz hayırdan kendi nefsiniz içindir; bulursunuz onu Allah’ın indinde/katında; o (borç) daha hayırlıdır; ve en büyük bir ecirdir/karşılıktır; ve mağfiret/bağışlanma dileyin Allah'tan; doğrusu Allah gafurdur/bağışlayandır; rahîmdir.


Tevil
 


98:5.

Ve emredilmişler değildiler; ancak kulluk etmeleri Allah'a; has kılanlar O’na (Allah’a) dini; hanifler/tek tanrıcılar/monoteistler; ve dikerler/ayağa kaldırırlar salatı; ve verirler zekâtı; ve işte budur doğru/kıyam/dik din.


Tevil
 


17:79.

Ve geceden; öyle ki uyanık kal onda; nafile/gerekli olandan fazla yapılan olarak sana; mümkündür ki sevk eder seni Rabbin övgüye/methetmeye değer bir makama.


Tevil
 


3:113.

Aynı değillerdir kitap ehlinden bir ümmet/topluluk; dikelen/ayakta duran; okurlar ayetlerini Allah'ın gece zamanları; ve onlar secde ederler/teslim olurlar.


Tevil
 


7:206.

Doğrusu kimseler Rabbinin indinde/katında; büyüklenmezler kulluk etmekten O’na (Allah’a); ve tesbih ederler O'nu (Allah’ı); ve O’na (Allah’a) secde ederler/teslim olurlar.


Tevil
 


13:15.

Ve Allah'a secde eder/teslim olur kimse; göklerde ve yerde; gönüllü ve kerhen/istemeyerek; ve gölgeleri (de) onların; gün doğumu sonrası; gün batımı öncesi.


Tevil
 


16:49.

Ve Allah'a secde eder/teslim olur göklerdeki ve yerdeki bir debelenenden/canlıdan; ve melekler (de); ve onlar büyüklenmezler.


Tevil
 


22:18.

Görmez misin? Ki Allah'a; secde eder/diz çöküp boyun eğer O'na, kimse göklerdeki ve kimse yerdeki; ve Güneş; ve Ay; ve yıldızlar; ve dağlar; ve ağaç; ve hareketli canlılar; ve insanlardan çoğu; ve çoğu (insan) hak etti üzerine azabı; ve kimse (ki) aşağılar Allah; öyle ki olmaz ona hiçbir değer veren; doğrusu Allah yapar dilediğini.


Tevil
 


25:60.

Ve denildiği zaman onlara; secde edin/diz çöküp boyun eğin Rahman'a; derler: “Ve nedir Rahman? Secde eder miyiz/diz çöküp boyun eğer miyiz (hiç) senin emrettiğine bize”; ve ziyade eder/artırır (denilen) onlara nefreti.


Tevil
 


27:24.

Ve buldum onu (Sebe melikesini) ve kavmini/toplumunu; secde ederler/diz çöküp boyun eğerler Güneş’e, Allah'ın astından; ve süslemiş onlara şeytan amellerini-eylemlerini; ve onları engelleyip saptırmış yoldan; böylece onlar doğru yola kılavuzlanmazlar.


Tevil
 


27:25.

Secde etmezler mi Allah’a? Ki çıkarır gizliyi/saklıyı göklerde ve yerde; ve bilir gizlediklerini/sakladıklarını; ve açığa vurduklarını.


Tevil
 


41:37.

Ve ayetlerindendir gece ve gündüz; ve Güneş; ve Ay; secde etmeyin/diz çöküp boyun eğmeyin Güneş’e; ve de Ay’a; ve secde edin/diz çöküp boyun eğin Allah'a; ki yarattı onları; eğer olduysanız sadece O'na (Allah’a) kulluk eder.


Tevil
 


53:62.

Öyleyse secde edin/diz çöküp boyun eğin Allah'a; ve kulluk edin.


Tevil
 


55:6.

Ve yıldız; ve ağaç; secde eder/diz çöküp boyun eğer o ikisi.


Tevil
 


76:26.

Ve geceden; öyle ki secde et/diz çöküp boyun eğ O'na (Allah’a); ve tesbih et O'nu (Allah’ı) bir gece; uzunca.


Tevil
 


84:21.

Ve okunduğu zaman onlara Kur'an; secde etmezler/diz çöküp boyun eğmezler.


Tevil
 


96:19.

Hayır! İtaat etme ona; ve secde et/diz çöküp boyun eğ; ve yaklaş.


Tevil
 


50:40.

Ve geceden; öyle ki tesbih et O’nu; ve secde arkalarında.


Tevil
 


68:42.

O gün sıyrılıp kaldırılır (kas/güç) bacaktan/uyluktan; ve davet edilirler secdeye; öyle ki itaat edemezler.


Tevil
 


68:43.

Alçalmış/kibri kırılmış gözleri onların; yetişir onlara bir zillet; ve muhakkak ki olmuşlardı davet edilirler secdelere; ve onlar salimler (-di)/sağlıklılar (-dı).


Tevil
 


2:144.

Muhakkak görürüz yüz çevirmeni göğe; öyle ki döndürürüz seni bir kıbleye; razı olursun ona; öyleyse döndür yüzünü haram mescit/secde edilen yer tarafına doğru; ve olduğunuz her yerde öyle ki döndürün yüzlerinizi o tarafa doğru; ve doğrusu kimseler; verildiler kitap; mutlak bilirler ki o (kitap) bir hak/gerçek Rablerinden; ve değildir Allah gafil/habersiz/aymaz ne yaparlar onlar.


Tevil
 


2:143.

Ve işte böyledir; yaptık sizleri bir ümmet; vasat/orta/hayırlı; olmanız için şahitler/tanıklar insanlar üzerine; ve olması için resulün/elçinin sizlere bir şahit/tanık; ve yapmış değiliz bir kıble ki oldunuz üzerinde onun; ancak belli etmek/bilmek için resule/elçiye tabi olan kimseyi kimseden; döner üzerinde iki topuğu; ve doğrusu oldu o (kıble) mutlak bir büyük (yük); dışında kimseye; kılavuzladı doğru yola Allah; ve olmuş değildir Allah giderir/boşa çıkarır imanınızı sizlerin; doğrusu Allah insanlara mutlak rauftur/şefkatlidir/kibardır; rahîmdir.


Tevil
 


2:149.

Ve çıktığın her yerden; öyle ki çevir yüzünü haram mescit tarafına doğru; ve doğrusu o (Kur’an) mutlak haktır/gerçektir Rabbinden; ve Allah gafil/habersiz/aymaz değildir yapar olduğunuzdan.


Tevil
 


7:31.

Ey Ademoğulları! Alın ziynetlerinizi/süslerinizi her bir mescit/secde edilen yer yanında; ve yiyin; ve için; ve israf etmeyin; doğrusu O (Allah) sevmez müsrifleri/israf edenleri.


Tevil
 


9:17.

Olmuş değildir müşrikler için; ki imar ederler mescitlerini/secde edilen yerlerini Allah'ın; tanıklardır/şahitlerdir kendi nefislerinin küfrüne/kafirliğine karşı; bunlar; boşa çıktı yaptıkları onların; ve ateşte; onlar ölümsüzlerdir.


Tevil
 


72:18.

Ve doğrusu mescitler Allah içindir; öyle ki çağırmayın Allah ile birlikte birini.


Tevil
 


2:58.

Ve o zaman dedik: “Girin şu kente; öyle ki yiyin oradan; her yerde; dilediğiniz (gibi) bolca; ve girin kapıdan secde edenler/diz çöküp boyun eğenler (olarak)”; ve deyin: “Hitta/günahlardan-hatalardan bir arınma”; bağışlarız sizlere hatalarınızı; ve ziyade edeceğiz güzel davrananlara.


Tevil
 


4:154.

Ve kaldırdık/yükselttik üzerlerine onların turu/dağı; misakları/antlaşmaları (gereği) onların; ve dedik onlara: “Girin kapıdan secde edenler/diz çöküp boyun eğenler (olarak)”; ve dedik onlara: “Sınırı aşmayın şabatta/dinlenme döneminde”; ve aldık onlardan sağlam bir antlaşma/misak.


Tevil
 


7:120.

Ve atıldılar/kapandılar sihirbazlar secde edenler/diz çöküp boyun eğenler (olarak).


Tevil
 


7:161.

Ve o zaman denildi onlara: “Mesken edinin şu kentte; ve yiyin orada dilediğiniz (gibi) her yerden; ve deyin: “hitta/günahlardan-hatalardan bir arınma“; ve girin kapıdan secde edenler/diz çöküp boyun eğenler (olarak)”; bağışlarız sizlere hatalarınızı; ziyade edeceğiz güzel davrananlara.


Tevil
 


12:4.

O zaman dedi Yusuf babasına: “Ey babam! Doğrusu ben gördüm on bir parlak gök cismi; ve Güneş’i; ve Ay’ı; gördüm onları bana secde edenler/diz çöküp boyun eğenler.


Tevil
 


12:100.

Ve yükseltti (Yusuf) ana-babasını tahtın üstüne; ve kapandılar ona secde edenler/diz çöküp boyun eğenler (olarak)”; ve dedi: “Ey babam! İşte bu; tevilidir/yorumudur önceki rüyamın; muhakkak yaptı onu (rüyayı) Rabbim bir hak/gerçek; ve muhakkak güzellik yaptı (Allah) bana; çıkardığı zaman beni zindandan; ve getirdi sizleri çölden; ki şeytanın benim aramla ve kardeşlerim arasına nifak sokması sonrasında; doğrusu Rabbim latiftir/kibardır/incedir/yumuşaktır dilediği için; doğrusu O; O’dur bilen; hakim/bilge.


Tevil
 


15:98.

Öyle ki tesbih et hamd ile Rabbini; ve ol secde edenlerden/diz çöküp boyun eğenlerden.

 


Tevil
 


19:58.

İşte bunlar; kimselerdir; nimet verdi Allah üzerlerine; nebilerden; Adem’in zürriyetinden/neslinden; ve Nuh’la birlikte taşıdığımız kimseden; ve İbrahim’in zürriyetinden/neslinden; ve İsrail’in (Yakub'un); ve doğru yola kılavuzladığımız kimseden; ve seçtiğimiz (-den); okunduğu zaman onlara Rahman'ın ayetleri; kapandılar secde edenler/diz çöküp boyun eğenler (olarak); ve ağlayanlar/göz yaşı dökenler (olarak).


Tevil
 


26:46.

Öyle ki kapandılar sihirbazlar secde edenler/diz çöküp boyun eğenler (olarak).


Tevil
 


26:218.

(Allah) ki görür seni; dikeldiğin/ayağa kalktığın zaman.


Tevil
 


26:219.

Ve çevirmelerini (yüzünü göğe); secde edenler/diz çöküp boyun eğenler içinde.


Tevil
 


32:15.

Ancak ayetlerimize inanır kimseler; (Kur’an) hatırlatıldığı zaman onlara onunla (ayetle); kapandılar secde edenler/diz çöküp boyun eğenler (olarak); ve tesbih ettiler hamd ile/en yüce övgüyle Rablerini; ve onlar büyüklenmezler.


Tevil
 


39:9.

Kimse midir o? Kanaat edendir gece vakitleri; secde eden/diz çöküp boyun eğen; ve dikelen/ayakta duran; hazırlanır ahirete; ve rica eder/talep eder Rabbinin rahmetini; de ki: “Seviyesi aynı olur mu? Kimseler (ki) bilirler; ve kimseler (ki) bilmezler; doğrusu ancak mantık sahipleri hatırlar/öğüt alır.


Tevil
 


16:48.

Bakmazlar mı Allah'ın yarattığına doğru bir şeyden? Geri döner gölgeleri onun sağdan ve soldan; secde edenler/diz çöküp boyun eğenler (olarak) Allah’a; ve onlardır düzleşip serilenler.


Tevil

Doğu yönü her zaman Güneş’in doğduğu yöndür. Batı yönüyse her zaman Güneş’in battığı yöndür. Ancak sağ ve sol yönleri bir kimsenin baktığı yöne göre değişir. Bu nedenle Kur’an’da sağ-sol kavramı kuzey-güney ya da güney-kuzey yönlerini işaret eder.

Örnek olarak;

Kuzey yarımkürede olan bir direğin gölgesi Güneş’in doğmasıyla en uzun halindedir. Güneş’in sağa yani güneye eğilerek yükselmesiyle birlikte gölge kuzeyden güneye doğru kısalır. Güneş’in batmak için eğilmesiyle birlikte gölge uzayarak kuzey yönüne doğru tekrar geri gelir.

Güney yarımkürede olan bir direğin gölgesi Güneş’in doğmasıyla en uzun halindedir. Güneş’in sola yani kuzeye eğilerek yükselmesiyle birlikte gölge güneyden kuzeye doğru kısalır. Güneş’in batmak için eğilmesiyle birlikte gölge uzayarak güney yönüne doğru tekrar geri gelir.

Anlarız ki Yüce Allah gölgelerin sağ-sol yani kuzey-güney ya da güney kuzey yönlerinde kısalıp uzayarak geri dönmesini işaret etmektedir.

 



17:107.

De ki: “İman edin ona (Kur’an’a) ya da iman etmeyin; doğrusu önceden ilim verilen kimselere; okunduğu zaman onlara; kapandılar çeneleri üstüne; secde edenler/diz çöküp boyun eğenler (olarak).


Tevil
 


20:70.

Öyle ki kapandı sihirbazlar secde edenler/diz çöküp boyun eğenler (olarak); dediler: “İman ettik Rabbine Harun'un ve Musa'nın.”


Tevil
 


25:64.

Kimseler; olurlar gece Rablerine; secde edenler/diz çöküp boyun eğenler (olarak) ve dikelenler/ayağa kalkanlar (olarak).


Tevil
 


2:142.

Diyecek insanlardan ahmaklar: “Ne çevirdi onları kıblelerinden? Ki oldular üzerinde onun”; de ki: “Allah'adır doğu ve batı; kılavuzlar (Allah) dilediği kimseyi dosdoğru bir yola doğru.”


Tevil
 


2:145.

Ve eğer ki kitap verilmiş kimselere gelsen her türlü ayetle; tabi olur değillerdir senin kıblene; ve değilsin sen bir tabi olan onların kıblesine; ve bir kısmı onların tabi olan değillerdir bir kısmının kıblesine; ve eğer ki tabi olursan hevalarına onların; sana gelen ilimden sonrasında; doğrusu sen (olursun) o zaman mutlak zalimlerden.


Tevil
 


17:44.

Tesbih eder O'nu (Allah’ı) yedi gökler ve yer; ve onlardaki kimse; ve yoktur bir şeyden, ancak tesbih eder hamd ile O’nu (Allah’ı); fakat anlamazsınız tesbihlerini onların; doğrusu O (Allah) oldu halim/yumuşak huylu; gafur/bağışlayan.


Tevil
 


19:11.

Öyle ki çıktı karşısına kavminin/toplumunun; mihraptan/özel alandan; öyle ki vahyetti/işaretle ilham etti onlara; ki tesbih edin sabah/ilk aydınlanma (-yla)/seher (-le) ve akşam/Güneş’in batması (-yla).


Tevil
 


20:130.

Öyle ki sabret üzerine ne derler onlar; ve tesbih et hamd ile Rabbini; Güneş’in doğuşu öncesi; ve batışı öncesi onun; ve gece vakitlerinden; öyle ki tesbih et; ve taraflarında/etrafında gündüzün; belki sen razı olursun.


Tevil
 


21:20.

Tesbih ederler gece ve gündüz; gevşemezler/dinmezler.


Tevil
 


21:79.

 

Öyle ki, kavrattık onu Süleyman'a; ve her birine verdik bir hüküm; ve bir bilgi; ve boyun eğdirdik Davut'la birlikte dağları; tesbih ederler; ve kuşu; ve olduk yapanlar.


Tevil
 


24:36.

Evlerdedir (kandil); izin verdi Allah ki yükseltilir ve anılır/hatırlanır orada (kandilde) O’nun (Allah’ın) ismi; tesbih eder (evdeki kimse) O'nu (Allah'ı) orada (kandilde); gün doğumu sonrası; ve gün batımı öncesi.


Tevil